21 Ekim 2021 Perşembe

Tarihin Sonu ve Son İnsan / Francis Fukuyama

Tarihin Sonu ve Son İnsan

Tarihin Sonu ve Son İnsan

Tarihin Sonu ve Son İnsan’dan…

Kabul görme çabası ya da thymos buna göre, liberal ekonomi ile liberal politika arasındaki II. Kısımdaki analizde eksik olan bağı sağlamaktadır. Arzu ile akıl birlikte sanayileşme sürecini ve genel olarak ekonomik yaşamın büyük bir bölümünü açıklamaya yeterli olmaktadır, ama liberal demokrasiye yönelmeyi açıklayamamaktadırlar. Bu, son tahlilde thymol dan, ruhun kabul görme arzusundaki bölümünden kaynaklanmaktadır.

İleri sanayileşmeye eşlik eden toplumsal değişiklikler, özellikle genel eğitim düzeyinin yükselmesi daha yoksul ve daha az eğitim görmüş halklarda mevcut olmayan belli bir kabul görme ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Yaşam standartı arttıkça, insanlar dünyaya açı-' lıp eğitim düzeyleri yükseldikçe ve bir bütün olarak toplumun yaşam koşullarında daha büyük bir eşitlik oluştukça, insanlar artık yalnızca daha fazla zenginlik değil, aynı zamanda konumlarının kabul görmesini istemeye başlıyorlar. İnsanlar yalnızca akıl ve arzudan oluşsaydı, piyasa ekonomisi yönelimli otoriter devletlerde, örneğin Franco İspanya'sında da ya da Güney Kore ve Brezilya'daki askeri rejimlerde yaşamayı benimseyebilirlerdi.

Ama insanlar bunun dışında özdeğerleri konusunda timotik bir onura sahiptir ve bu nedenle de özgür bireyler olarak özerkliklerine saygı duyan ve kendilerine çocuk gibi değil, yetişkin gibi davranan demokratik hükümetler talep etmektedirler.

Kabul görme ihtiyacının tarihin itici gücü olarak oynadığı önemli rolün anlaşılması, kültür, din, çalışma, milliyetçilik ve savaş gibi tanıdığımızı sandığımız olguların yeniden yorumlanmasını olanaklı kılar. IV.

Kısım'da böylesi bir yeni yorumlamaya girişiyor ve kabul görme ihtiyacının gelecekte kendisini nasıl ortaya koyacağı konusunda bazı öngörülerde bulunmayı deniyorum. Örneğin bir dinin yandaşı kendi özgül tanrılarının ya da kutsal davranışlarının kabul görmesi için uğraşırken, bir milliyetçi kendi özgül dil, kültür ya da etnik grubunun kabul görmesi için çaba harcamaktadır. Her iki kabul görme biçimi de liberal devletin evrensel kabul görmesine oranla daha az akılcıdır, çünkü kutsal ile dünyaya ilişkin olan arasında ya da farklı sosyal gruplar arasında keyfi olarak yapılan ayrımlara dayanmaktadırlar. Bu nedenle din ve milliyetçilik ve bir halkın gelenek ve göreneklerinin, ahlâki kurallarının örgüsü (geniş anlamda "kültür") geleneksel olarak başarılı demokratik politik kurumların ve serbest piyasa ekonomisinin oluşmasının önündeki engeller olarak görülmüştür.

Oysa hakikat çok daha karmaşıktır, çünkü liberal ekonomik ve politik sistemlerin başarısı çoğu kez liberalizmin aslında aşmak istediği akıl dışı kabul görme biçimleri üzerinde yükselmiştir. Demokrasinin işlemesi için yurttaşların demokratik kurumlara ilişkin akıl dışı bir gurur geliştirmiş olması gerekir

Ayrıca Tocqueville'in "birleşebilme sanatı" diye tanımladığı küçük topluluklara gururla bağlanmayı öğrenmiş olmalıdırlar. Böylesi topluluklar genellikle dinsel ya da etnik bir temele sahiptir ya da liberal devletin özelliği olan evrensel kabul görmeden daha az kapsayıcı olan başka kabul görme biçimlerine dayanırlar. Aynı şey liberal ekonomi için de geçerlidir. Çalışmaya Batı liberal ekonomi geleneğinde kural olarak insan ihtiyaçlarının karşılanması ve acı çekmekten kurtulmak için yapılan hoşa gitmeyen bir etkinlik olarak bakılmıştır.

Ama Avrupa kapitalizmini yaratan Protestan girişimcilerde ya da Meici restorasyonundan sonra Japonya'yı modernleştiren seçkinlerde olduğu gibi, sıkı bir çalışma ahlâkına sahip bazı kültürlerde çalışma aynı zamanda bir kabul görme aracıydı. Bugün bile birçok Asya ülkesinde çalışma ahlâkı maddi teşviklerden çok, aileden ulusa kadar bu toplumların dayandığı örtüşen sosyal grupların çalışmaya gösterdikleri kabul sayesinde ayakta durmaktadır. Bu durum liberal ekonomilerin yalnızca li' eral ilkeler sayesinde işlemediğini, akıl dışı thymos biçimlerine de ihtiyaç duyduğunu gösteriyor olsa gerek...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder