22 Ekim 2021 Cuma

Çankaya / Falih Rıfkı Atay

Çankaya

Çankaya

Çankaya’dan…

Sözlü, oyunlu ve kadınlı toplantılardan biri idi. Sofranın iki türlü dağılışı vardı. Ya Atatürk'e iyice uyku ve yorgunluk basar, arkadaşlarına izin verir ve yatak odasına çıkar, yahut, yabancı ve yarı bildiklerle vedalaşıp birkaç yakın arkadaşını alıkoyardı. Yemek odasında veya eğer bahar ve yaz günleri ise, köşkün bahçesinde kalanlarla biraz daha vakit geçirdikten sonra, hafifler ve ayrılırdı.

O gece bazı aşırıca sahneler geçti. Gülüşe oynaşa sabahladık. Atatürk benimle birkaç kişiyi sona bıraktı. Gece üstüne bir hayli dedikodu yaptık. Çıkıp gideceğimiz sıra kendisine dedim ki:

- Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz? Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak...

Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü:

- Dün geceyi yazacak mısınız?

- Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?

- Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki... Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz.

Yaptığını saklamak riyakârlığından, kendi gibi, halkı da kurtarmaya çalıştı. Bir yaz ikindisi Dolmabahçe Sarayı'ndan bir motörle Kalamış Körfezi'ne kadar uzanmıştık. Koy sandal dolu idi. Ortalarına sokulduk. Herkesin gözü Atatürk'te ve hepsi put. Ses yok, kımıldanış yok. Atatürk garsona:

- Bize bira getiriniz, dedi.

Getirdiler. Kadehini kaldırarak:

- Şerefinize vatandaşlar... deyince kimi yanı başında, kimi oturduğu yerin altında sakladığı içki kadehlerini:

- Şerefine paşam... diye kaldırıp içtiler. Bütün koy neşe içinde çalkalanıp durdu.

Hatıralarımdan gizleme çabasına düşmeyişim, yalnız Atatürk'ün o sabahki öğüdünü tutmak için değildir. Atatürk kadar iç ve dış, özel ve resmî yaşayışı birbirine karışan, iç içe giren, hatta birbirinden ayrılmayan belki pek az tarih adamı vardır. İç yaşayışı üzerine hikâyeler yazılması doğru değildir diye görünebilir. Fakat onu anlamak ve o anlatmak için bunlar, devrimlerinden veya eserlerinden herhangi birinin cansız belgeleri kadar faydalı olsa gerek. Atatürk, toplam hesaplaşmasında, içinde göründüğü bütün olayların üstünden bakar olur. Dikeni çalısı ayağınızı yalıyarak indirdiğiniz bir dağ gibi, geri dönüp baktığınızda onun ancak yüceliği altında ezilirsiniz.

Herkes gibi Atatürk'ün insanlığı iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan, gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş ve çıkışlarından yoğrulmuştur. Eseri bu insanlığın derinliklerinden gelme, kaynaklarından doğmadır. Atatürk'ü ayıklıyarak değil, bir tabiat parçası gibi, toplu ve tam ele almalıdır.

Büyük adamlar için hayranları, dostları, düşmanları, hatta uşakları hatıra yazmışlardır.

Napoleon bir akşam sofrada otururken, yeni oynanan bir piyesten bahsederler. Piyeste bir de imparator rolü varmış. Napoleon, bu role hangi aktörün çıkmış olduğunu sormuş. Sonra da kendisini saraya çağırtarak:

- İmparator rolünü nasıl yaptın, tekrarla da bir göreyim, demiş.

Aktörün rolü pek iyi yapmış olduğunu söylemeğe lüzum yok. Fakat Napoleon'un bizzat kendisi imparator! Bir imparatorun ne gibi hâllerde nasıl davranacağını onun kadar bilmek kimin haddi?

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder