30 Ekim 2018 Salı

Gündüzsefası / Sarah Jio

Gündüzsefası

Gündüzsefası'ndan...

Kendimi yalnız ve terk edilmiş hissediyordum.
İnşa etmekte olduğu teknenin gövdesi üzerinde çömelmiş olan yeni komşum Collin’e baktım. Bir tahta parçasını uzun, telaşsız hareketlerle zımparalıyordu. Hipnotize olmuş bir şekilde onu seyrederken, aniden başını kaldırıp gülümsedi. Yanaklarımın kızardığını hissederek başımı başka yöne çevirdim. Saat hâlâ erkendi ve sabah saatlerinde is-keledekiler kendi halinde, içine kapanık olurlardı. Buranın dile getirilmeyen kuralları vardı. Bir süre gölü seyrettikten sonra, daha fazla söz dinletemediğim gözlerim benden izin almaksızın yeniden Collin’in üzerinde gezinmeye başladılar. Giydiği V yakalı beyaz tişörtü terden ıslanmıştı.
İnce pamuklu kumaşın altındaki göğsünün ve kaslarının hatlarını görebiliyordum. Elinin tersiyle alnını sildi. Gözlerimiz tekrar buluşmadan önce bakışlarımı kaçırdım ve ayaklarımı gölün soğuk suyunda ileri geri salladım. Su, fazla miktarda siyahla karıştırılmış bir şişe kobalt mavisi boya gibi karanlıktı. Öne doğru eğilip her zamanki gibi suyun altındakileri görmeye çalıştım. Ama tek görebildiğim bulanık ve dalgalı yansımamdı. Kendimi güçlükle tanıyabilmiştim. O an, nasıl olup da bu yüzen eve geldiğimi ve böylesine yalnız kaldığımı merak ettim.
Dexter ile tanışmam tamamen tesadüf eseri olmuştu. O evrak çantasını unutmuş olmasaydı, ben kahve almak için tam da dokuz buçukta dışarı çıkmasaydım, Beşinci Cadde’deki inşaat ekibi Madison Sokağı yolunu kapatmasaydı ve yağmur hızmı arttırmasaydı, yollarımız asla kesişmeyecekti.
9 Mart 1956’da, Bay Dexter Wentworth’ün bindiği taksi bir şekilde hayatıma girerek tam önümde durdu. “Yağmurda durma, içeri gel. Seni gideceğin yere götüreyim,” dedi Dexter, arabanın camını indirerek. Benden yaklaşık yirmi yaş büyüktü ve dört köşe çenesi, biçimli suratı, sık, koyu renk saçlarıyla korkutucu derecede yakışıklıydı. Derinden gelen, soğukkanlı bir sesle konuşuyordu. Bir film yıldızı gibi sakin ve kendinden emindi.
“Ama hemen şu köşedeki kafeye kadar gidiyorum,” dedim tereddütle, bir yandan da saçımı düzeltiyordum. Bayan Higgins ne düşünür? Şüphesiz aynı taksiyi paylaşmak şöyle dursun, yabancı bir adamla konuşmak bile kızlara özgü görgü okulunun kurallarını çiğnemek demekti. Ama yağmur şiddetini iyice arttırmıştı ve Dexter taksinin kapısını açarak bana elini uzattı.
“Tamam,” dedim. “Teşekkür ederim.”
Arabanın içi sıcaktı. İçeride parfüm ve puro karışımı bir koku vardı. “Senin gibi güzel bir kızın bu havada dışanda ne işi var?”
“Kahve almaya çıkmıştım,” dedim. “Öğretmenim için.” Eğlenmişe benziyordu. “Öğretmenin mi?”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder