17 Mart 2022 Perşembe

Bir Savaşın Tasviri / Franz Kafka

Bir Savaşın TasviriBir Savaşın Tasviri

Bir Savaşın Tasviri’nden…

Sustuğum ve yalnız elimde olmadan bir seğirme yüzümü boydan boya dolaştığı için sordu: “Başka kimseler için böyle olduğuna inanmıyorsunuz, öyle mi? Gerçekten inanmıyor musunuz? Oh, dinleyin bakın! Küçük bir çocuktum, kısa bir öğle uykusundan gözlerimi açtığım zaman, henüz yarı gerçek, yarı düşte, annemin doğal bir sesle balkondan aşağı şöyle sorduğunu işittim: ‘Ne yapıyorsunuz, şekerim? Aman ne sıcak, değil mi?’ Bahçeden bir kadın sesi cevap verdi: ‘Yeşillikler ortasında ikindi kahvesi içiyorum.’ Bu sözler hani düşünülmeden, pek de açık seçik olmayan bir biçimde söylenmişti; kadın soruyu, annem de cevabı beklemişti adeta.”

Sanki tarafıma bir soru yöneltilmiş gibi, pantolonumun arka cebine attım elimi ve bir şey arıyormuşum gibi yaptım. Ama aradığım bir şey yoktu, yalnız o andaki durumumu değiştirip konuşmayla ilgilendiğimi göstermek istemiştim. Beri yandan, bana anlattığı olayın düpedüz tuhaflığını ve buna bir türlü akıl erdiremediğimi söyledim. Üstelik doğruluğuna da inanmadığımı, benim sezinleyemediğim bir amaçla uydurulmuş olması gerektiğini sözlerime ekledim. Sonra da çiğ ışıktan kurtulmak için gözlerimi yumdum.

“Yok ama, çekinmeyin; hani siz de bu konuda benim gibi düşünüyorsunuz ve çıkar gözetmez bir kimse olduğunuzdan bunu söylemek için durdurdunuz beni. Böylelikle bir umudumu yitiriyor, bir diğer umuda kavuşuyorum. Değil mi yani? Dimdik ve normal adımlarla yürümüyor, bastonumla kaldırım üzerine vurmuyor, gürültüyle yanımdan geçenlerin giysilerine sürtünerek ilerlemiyorum diye neden utanacakmışım. Daha çok, doğru dürüst sınırlardan yoksun bir gölge gibi evler boyunca sektiğim, bazan vitrin camlarında kaybolarak gittiğim için inatla ve haklı olarak yakınmam gerekmez mi?

Şu geçirdiğim günlere bakın bir! Niçin herşey böylesine berbat yapılmış; öyle ki, ortada görünür bir neden bulunmaksızın yüksek evler çökü çöküveriyor bazan. Enkaz yığını üzerine tırmanıyor, karşıdan kim gelirse soruyorum: ‘Nasıl olur a canım? Bizim kentte — daha yeni bir bina — hem bu kaçıncı bugün! — düşünsenize bir! Bakıyorum, kimse bana cevap veremiyor.

Çokluk insanlar sokakta devrilerek, cansız serilip kalıyor yerde. Derken dükkân ve mağaza sahipleri, dükkân ve mağazalarının mallardan geçilmeyen kapılarını açarak çevik adımlarla seğirtiyor, ölüyü alıp oradaki bir evden içeri tıkıyor, sonra dönüp geliyorlar; ağız ve gözlerinin çevresinde bir gülümseme, gevezeliğe başlıyorlar derken.

‘Günaydın — gökyüzü de soluk bugün — Eşarpların sürümüne diyecek yok — öyle, savaş.’ Söz konusu eve seğirtiyor ve parmağımı büküp elimi pek çok kez çekinerek kaldırıp indirdikten sonra kapıcının küçük penceresini tıklatıyorum: ‘Günaydın’, diyorum, ‘yanılmıyorsam, demin ölmüş birini getirdiler buraya. Acaba onu, bir zahmet, bana gösterebilir misiniz?’ Adam, karar veremezmiş gibi başım sallayınca ekliyorum: ‘Bakın, karışmam sonra! Ben gizli polisim, hemen ölüyü göreceğim.’ Bunun üzerine, kapıcı, kararsızlığından sıyrılıp: ‘Defolun!’ diye bağırıyor. ‘Fena dadandı şu, serseriler, her Allah’ın günü buralarda sürtüp duruyorlar, ölü falan yok bizde, bitişiktedir belki, oraya bakın.’ Selam verip uzaklaşıyorum.

Ama derken büyük bir alandan geçmek zorunda kalınca, hepsini unutuyorum bunların. Böyle kocaman alanlar yaparlar da, ne diye alanın içinden parmaklıklı bir yol yapmazlar? Bugün yine güney-batı’dan esiyor rüzgâr, Belediye Sarayındaki kulenin sivri tepesi çemberler çiziyor. Tüm pencerelerin camları takırdıyor, sokak fenerleri bambu kamışları gibi eğilip bükülüyorlar. Sütun üzerindeki Hazreti Meryem’in pelerini kıvrım kıvrım; rüzgâr pelerini çekip çekiştiriyor. Peki ama, kimseler görmüyor mu bunu? Kaldırım taşlan üzerinde yürümeleri gereken kadın ve erkekler, boşlukta süzülüyor adeta.

Rüzgâr kesilmeye yüz tutunca, durup birbirleriyle birkaç laf ediyor, karşılıklı eğilerek birbirlerini selamlıyor, ama rüzgâr yeniden esmeyegörsün, karşı duramayıp hep birden tabanları kaldırıyorlar. Uçmaması için sımsıkı sarılmaları gerekiyor şapkalarına; ama gene de gözlerinin içi gülüyor; havaya en küçük kusur buldukları yok. Korkan bir tek benim.”...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder