30 Eylül 2018 Pazar

İkiz Bedenler / Tess Gerritsen

İkiz Bedenler

İkiz Bedenler

İkiz Bedenler'den...
Ona dans mans yoktu artık. Bu kasabaya taşınalı daha iki ay oluyordu ama şimdiden annesinin bir an önce eşyaları toplayıp her şeye yeniden başlayabilecekleri bir yere taşınacaklarını söylemesini diler olmuştu. Her şeyin sonunda değişeceği, her şeyin bambaşka olacağı bir yere...
Ama hiçbir şey değişmiyor; asla.
Alice okuldan çıkıp dışarıdaki sonbahar güneşine adımını attı. Bisikletinin üzerine eğilmiş, kilidim açmakla öyle meşguldü ki arkasından gelen ayak seslerini duymamıştı. Sonunda yüzüne vuran gölgeyi hissettiği zaman Elijah’nın yanı başında dikilmekte olduğunu fark etti.
"Merhaba Alice."
O anda ayağa fırladı ve bisikleti yana devrildi. Tanrı aşkına! Ne kadar da aptaldı. Nasıl bu kadar sakar olabiliyordu?
"Sınav biraz zordu değil mi?" Elijah yavaş yavaş, kelimeleri vurgulayarak konuşuyordu. Alice'in onunla ilgili sevdiği bir diğer şey de buydu. Diğer çocukların aksine onun sesi her zaman son derece açık ve net duyuluyordu. Sözcükleri asla yuvarlamıyordu. Ayrıca her zaman onun dudaklarını görmesine izin veriyordu. Sırrımı biliyor, diye düşündü Alice. Ama buna rağmen benimle arkadaş olmak istiyor.
"Soruların hepsini cevaplayabildin mi?" diye sordu Elijah.
Alice eğilip bisikletini yerden kaldırdı. "Cevapların hepsini biliyordum. Sadece biraz daha zamana ihtiyacım vardı." Alice tam doğruluyordu ki o sırada gözü bluzunun önüne takıldı. Düğmenin koptuğu yerde açılan boşluğa. Bir anda kızararak ellerini önünde kavuşturdu.
"Bende bir çengelli iğne olacaktı," dedi Elijah.
"Ne?"
Elijah bluzuna doğru uzandığı anda Alice nefesini tutmuştu. Çengelli iğneyi iliklemek için parmağını kumaşın altına soktuğunda ise titremesini güçlükle bastırıyordu. Kalbimin atışını duyuyor mu acaba? diye düşündü. Dokunuşlarıyla başımı döndürdüğünü biliyor mu?
Elijah sonunda bir adım gerilediği zaman Alice de tuttuğu nefesini bıraktı. Başını eğip önüne baktığında bluzundaki boşluğun düzgünce iliklendiğini gördü.
"Şimdi daha iyi değil mi?"
"Ah. Evet!" Alice bir an için susup kendini toparlamaya çalıştı. Sonra kraliçelere yaraşan bir ağırbaşlılıkla devam etti: "Teşekkürler Elijah. Gerçekten çok düşüncelisin."
Sonra bir an ikisi de konuşmadılar. Kargalar ötüyordu; sonbahar yapraklan tepelerindeki dalları kavuran parlak alevler gibi görünüyordu.
"Şey, bana bir konuda yardımcı olabilir misin Alice?" diye sordu Elijah.
"Hangi konuda?"
Ah, ne aptal, ne aptal bir cevap. Evet demeliydin! Evet, senin için her şeyi yaparım Elijah Lank.
"Biyoloji dersinden bir proje ödevim var. Bana yardımcı olacak bir partnere ihtiyacım var da. Başka kime sorabileceğimi bilemedim."
indir

29 Eylül 2018 Cumartesi

Günahkar / Tess Gerritsen

Günahkar

Günahkar

Günahkar'dan...
Erdemli öfke Jane Rizzoli'nin her zaman yakıtı olmuştu. Canavarları avlamasına yardımcı olan yakıtı. Ama bugün sanki bu yakıt alev almış ve sanki bu alev onu içten içten yakıp kül ediyormuş gibi yüzünü soldurmuştu.
Maura'nın ateşe körükle gitmeye niyeti yoktu. Sesinin özellikle heyecansız çıkmasına ve bir iş kadını gibi konuşmaya özen gösteriyordu. Bir bilim adamı asla heyecana kapılmaz, gerçeklerden yola çıkarak hareket ederdi çünkü.
Rahibe Camille'in koluna dokunup dirseğine baktı. "Çok fazla yumuşak. Henüz kasları katılaşmamış."
"Herhalde beş-altı saat sonra başlar değil mi?"
"Bir de burası soğuk tabii."
Rizzoli derin derin burnundan soluyup buz gibi mekâna bir miktar buhar çıkarttı. "Hem de nasıl."
"Neredeyse donma noktasında. Kasların katılaşması biraz gecikecek."
"Mesela ne kadar sürer?"
"Belirsiz."
"Peki ya yüzü? Yüzündeki morarma?"
"Vücut yarım saat sonrasında katılaşmaya başlamalıydı aslında. Ama ölüm zamanını bu durumda anlayamayacağız gibi."
Maura alet çantasını açtı ve odanın ısısını ölçmek için bir termometre çıkarttı.
Kurban kat kat giyinmiş olduğu için ceset morga götürülmeden rektal ısısını ölçmemeye karar verdi. Termometreyi sokmadan cinsel tecavüze uğrayıp uğramadığı konusunda kesin bir hüküm veremeyeceği için de bu işlemi bu yeteri kadar aydınlatılmamış odada yapması doğru olmazdı. Aynı zamanda elbiselerin çıkartılması delillerin zarar görmesine neden olabilirdi. Bunun yerine bir şırınga çıkartıp ölüm sonrası potasyum seviyesini ölçmek üzere camsı sıvıyı çekti. Böylece yaklaşık ölüm zamanı hakkında bir fikri olacaktı.
"Bana diğer kurban hakkında biraz bilgi ver," dedi Maura camsı sıvıyı yavaşça şırınganın içine çekerken.
Rizzoli bu işlemden iğrendiğini belli eden bir ses çıkartıp arkasına döndü.
"Kapının orada bulunan ceset atmış sekiz yaşındaki rahibe Ursula Rewland'e ait. Güçlü bir kadın olmalı, zira ambulansa konulurken kollarını oynatıyormuş. Ambulansla götürülürken benle Frost buradaydık."
"Çok mu kötü yaralanmıştı?"
"Onu görmedim. St. Francis Hastanesin'den aldığımız son rapora göre hemen ameliyata alınmış. Kafatasında bir sürü kırık ve beyninde de iç kanama varmış." "Aynı bu kurban gibi."
"Evet, aynen Camille gibi." Rizzoli'nin ses tonu yine öfke kusuyordu.
Maura doğruldu. Titriyordu. Pantalonunun paçaları mantosunun kara giren eteklerinden gelen buz gibi suyu emmiş, baldırları üşümüştü.
Telefonda kendisine cinayet mahallinin dışarıda olmadığı söylendiğinden arabadaki atkısını ve eldivenlerini yanına almamıştı, ama bu ısıtılmamış mekânın da dışarıdaki avludan pek farkı yoktu hani. Ellerini mantosunun cebine soktu ve elinde eldiven ve boynunda atkı olmayan Rizzoli'nin bu buz gibi şapelin içinde nasıl bu kadar saattir durduğunu merak etti.
Rizzoli sanki içinde yanan öfke ateşiyle ısınıyor, ve dudakları artık morlaşmaya yüz tuttuğu halde daha sıcak bir mekâna gitmek için acele etmiyordu. "Neden burası bu kadar soğuk?" diye sordu Maura. "Burada nasıl ayin yapıyorlar anlamıyorum."
indir

28 Eylül 2018 Cuma

Buz Gibi Soğuk / Tess Gerritsen

Buz Gibi Soğuk

Buz Gibi Soğuk

Buz Gibi Soğuk'tan...
Çikolatalı pudingini yiyemediğine üzülen Julian tepsiyi bulaşıkların bırakıldığı camlı bölmeye götürdü ve koridorda Müdür Gorchinski’nin odasına doğru yürümeye başladı. Kabahatini gerçekten bilmiyordu. Öncekileri biliyordu, evet. Av bıçağını okula getirmemeliydi. Bayan Pribble’in arabasını izinsiz almamalıydı. Ama bu sefer müdürün odasına çağrılmasının sebebini bulamıyordu.
Gorchinski’nin odasına vardığmda, her seferinde dilediği özrü yinelemeye hazırdı. Biliyorum efendim, aptalcaydı. B ir daha asla yapmayacağım efendim. Lütfen bu sefer polisi aramayın efendim.
Julian içeri girerken Müdür G’nin sekreteri ilgisizce baktı. “Doğruca müdürün odasına gir Julian” dedi kadm. “Seni bekliyorlar.”
Bekliyorlar. Çoğul. Durum tahmininden de kötüydü demek ki. Sekreterin ifadesiz yüzü hiçbir şeyi ele vermiyordu her zamanki gibi; kadm bilgisayarına bir şeyler yazıp duruyordu.
Gorchinski’nin kapısının önünde duraksayan Julian kendini alacağı cezaya hazırladı. Hak ediyorumdur herhalde, diye düşünerek odaya girdi.
“Sonunda geldin Julian. Ziyaretçilerin var” dedi Gorchinski.
Gülümsüyordu. Yeni ve önemli bir şeydi bu.
Delikanlı, Gorchinski’nin karşısında oturan üç kişiye baktı.
Artık kendisinden sorumlu olan sosyal hizmet görevlisi Beverly Cupido’yu zaten tamyordu ve o kadm da gülümsemekteydi. Bu insanlar bugün neden dostça bakıyorlardı? Delikanlı huzursuzlaştı, çünkü genellikle en zalim darbeleri gülümseyenlerin indirdiğini biliyordu.
“Julian” dedi Beverly, “bu yılın senin için gerçekten zor geçti ğini biliyorum. Anneni ve kız kardeşini kaybettin. Şerif yardımcısıyla ilgili sorguya çekildin. Doktor Isles’in koruyucu annelik başvurusunun kabul edilmemesi de seni hayal kırıldığına uğrattı, biliyorum.”
“O beni istiyordu” dedi delikanlı. “Boston’da onunla birlikte yaşayabileceğimi söylemişti.”
“Sana uygun bir hayat değildi o. İkinize de uygun değildi. Ko şullan tartmalıyız, senin iyiliğini düşünmeliyiz. Doktor Isles tek başına yaşıyor ve çok zor bir işi var; bazen geceleri çalışıyor. Çok yalnız kalırdın, başında sana göz kulak olacak biri olmazdı. O hayat senin gibi bir delikanlının ihtiyaçlarım karşüamaz.”
Islahevinde olması gereken bir delikanlının, demek istemişti kadın.
“Bu insanlar o yüzden seni görmeye geldiler” dedi Beverly, delikanlıyı selamlamak için sandalyelerinden kalkan adamla kadım göstererek. “Sana bir seçenek sunmak için. Maine’deki Evensong okulunu temsil ediyorlar. Gayet iyi bir okuldur.”
indir

27 Eylül 2018 Perşembe

Ateşten Gömlek / Halide Edip Adıvar

Ateşten Gömlek

Ateşten Gömlek'ten...

Hikâyemin başladığı ana kadar silik, cansız bir Hâriciyye memuru idim. Yazdığım hikâye benden ziyâde, sevdiğim insanların hayatına aittir. Fakat ben de onların arasında yaşıyorum ve kendi hayatım onların hikâyesi ile başlıyor. Onun için kendimi de bazan bu ateş ve kan hikâyesine karıştırmaktan korkarak başlıyorum.
Daire ve sararmış kâğıt kokan hüviyetimi bu sıcak, kırmızı kanlarla yıkadım ve artık ona tâbi olmam zannediyorum. Muvaffak olur muyum? Bilmem. Şunu da itiraf ederim ki kalbimin dertlerini, talihsiz başımın sergüzeştlerini anlatmak için yanıyorum. Fakat bu romanda ben, yeryüzündekileri alâkadar edecek insanlardan bahsedeceğim. Ben daha daimî bir dert ortağı istiyorum. Benim dünya seyahatim artık fazla uzamayacak, vasıl olacağım yerde kendimden bahsedecek bir ruh bulmak isterdim. Ahrete ve ahrette ruhlar olduğuna inanan basit bir adamım. Elbet, mezar hudutlarından ötede, mütekabilen dertlerini anlatacak benim gibi safdil bir varlık vardır.
Şimdi Ankara Cebeci Hastahanesi’nin küçük bir odasından dışarıya bakıyorum. Uzun, sarı toprak yığınları yükselerek, alçalarak nihayetsiz uzanıyor. Fakat arkasında öyle kızıl bir gök var ki... Her şey acayip bir surette kızıl, galiba onun kanı! A... bunu böyle düşünmemek lâzım. Doktor ne dedi? Başımdaki kurşun bende hayalât yapıyormuş. “Çıkarırız!” diyorum. Beyaz gömleğinin kollarına ciddî ciddî bakıyor. Bacaklarımı keseli daha kaç ay oldu? Yatağımın alt tarafı gülünç bir surette boş. Kurşun çıkarsa kafam da boşalır diye mi çıkarmıyorlar; ne bileyim? Belki başımdakileri çıkarıp beni yalnız bırakmamak için kafamdaki kurşuna dokunmuyorlar. Bazan başım çok ağrırsa doktor, “Bir ay sonra ameliyat yaparım,” diyor. “Şimdi İstanbul’a, ailene yaz,” diye ısrar ediyor. Ne yazayım? İstanbul’dakileri unutmuş gibiyim. Orada esmer, ince yüzlü, saçları gergin, bir türlü ihtiyar olmayan bir anam var. O da beni bu sergüzeşte atılırken reddetti. Sergüzeşt mi dedim? O hâlde başımdan geçenlerin hepsi doğru. Belki de bazıları değil; fakat ne zararı var? Belki de bu hikâyenin ortasında başım bunalacak; ben buradan başka bir dünyaya göçeceğim, onun da zararı yok.
Başlamak istiyorum. Başlamak için yanıyorum. Fakat nereden? Yemek yemeden yemiş yemek isteyen çocuklar gibi hep sonunu söylemek istiyorum. Ya başım boşalırsa?
Cemal’in geldiği gün, annemin “Bulgarlar mütareke yaptılar!” dediği gün hikâyenin ilk satırı teressüm etti. Bu beni neden bu kadar rahatsız etti; Bulgar Mütarekesi niçin beni bu kadar sızlandırdı, bilmiyorum. Yalnız annemin alafranga salonunda eşyanın yerini bozacak kadar yerimi değiştirdim, dolaştım. Annem bundan başka da bir şey söylemek istiyordu, dinlemedim. Hoş... mütareke, sulh istemiyor değilim. Esasen bütün milletlerin kudurmuş gibi, boğaz boğaza, milyonlarca insanı parçalamalarını ma’nâsız buluyordum. Hele bizim harbe girmemiz bütün bütün canımı sıkmıştı. Fakat uzun harb seneleri bende yeni bir his yapmadı. Birkaç defa resmî işler için Almanya’ya gittim, geldim. Harb, siyasî kâğıt yığınlarını çoğalttı, o kadar, hayli sefalet, açlık filân da oldu. Fakat biz bunu duymadık. Annem, İzmirli zengin bir ailenin İstanbul’da büyümüş bir kızıdır; hâlâ