6 Nisan 2022 Çarşamba

İki Şehrin Hikayesi / Charles Dickens

 

İki Şehrin Hikayesiİki Şehrin Hikayesi

İki Şehrin Hikayesi’nden…

Haberci, aklında hâlâ aynı mesele, atını sürerken, "Yok Jerry yaa, olmaz!" dedi. "Sana göre değil bu işler hiç Jerry, sen namuslu bir tüccarsın Jerry; sen böyle işler yapmazsın hiç! Dirilen-!,Bahse girerim adam sarhoştu!"

Mesaj aklını öyle karıştırmıştı ki sık sık kafasını kaşımak için şapkasını çıkardı. Kısmen kel olan başının tepesini saymazsak fırça gibi sert ve dik siyah saçları tepeyi aşıp neredeyse geniş ve küt burnuna kadar iniyordu. Tam bir demirci işi gibiydi, saçlı bir baştan çok uzun çivilerle kaplı bir duvarı andırıyordu, öyle ki en iyi birdirbir oyuncuları bile onu tehlikeli bulup üzerinden atlamak istemezdi muhtemelen.

Temple Bar'dan çıkıp mesajı daha yetkili kişilere vermesi için Tellson Bankası'nın önündeki kulübede bekleyen gece bekçisine götürmek üzere yola çıktığında gecenin gölgeleri o mesajdan fırlamışçasına türlü türlü şekiller aldılar, kısrak bile kendisini huzursuz eden bambaşka şeylerin uzantısı olan şekiller görüyordu sanki. Sık sık irkilmesine bakılırsa pek çok gölge vardı yolda.

Bu sırada posta arabası, içindeki üç gizemli yolcusuyla, ağır aksak, sarsıla sarsıla ilerliyordu zorlu yolunda. Gecenin gölgeleri onların o uykulu gözlerine ve düşünceli zihinlerine kim bilir hangi suretlerde görünüyordu.

Tellson Bankası da eksik değildi arabada. Banka yolcusu –yanındaki yolcuya çarpmamak için deri kayışa tutunup araba sarsıldıkça kendi köşesine kaykılarak– yarı kapalı gözlerle başını sallarken, arabanın küçük pencereleri, üstlerine vuran loş lamba ve karşısındaki yolcunun kocaman bohçası bankaya dönüşüyor, ağır bir iş gibi çöküyordu üzerine. Koşum takımlarının sesi para şıkırtısı gibi geliyordu; beş dakika içinde Tellson Bankası'nın yerli yabancı tüm bağlantılarından bile daha fazla suret belirdi bankacının kafasında. Sonra Tellson'da yeraltında bulunan ve kendisinin bildiği (ki bildikleri hiç de az değildi) kasaların ve sırların olduğu özel odalar geldi gözünün önüne; elinde koca anahtarlar ve soluk ışıklı bir mumla odaları dolaştı ve her şeyin son baktığındaki gibi, yerli yerinde ve güvende olduğunu gördü.

Banka da posta arabası da (uyku ilacının etkisindeymiş gibi tuhaf bir ağrıyla birlikte) hep ona eşlik ettiği halde gece boyunca aklından hiç çıkmayan bir şey daha vardı. O aslında birisini mezarından çıkarmaya gidiyordu.

Şimdi ona görünen bunca yüzün içinde, hangisi gömülü kişinin yüzüydü, gecenin gölgeleri söylememişti bunu işte, ama gördüğü yüzlerin hepsi kırk beş yaşlarındaki bir adama aitti, bunları birbirinden ayıran temel şey ifadelerindeki hırs ile o bitkin ve yitik hallerinin korkunçluğuydu. Gurur, hor görme, meydan okuma, inat, itaat, matem birbirini takip ediyordu hep ve tabii çökmüş avurtlar, solmuş benizler, bir deri bir kemik kalmış eller ve parmaklar. Ama yüz aynıydı ve hep bembeyazdı. Uyuklayan yolcu yüzlerce defa hayalete sordu:

"Ne zamandır gömülüsün?"

Cevap hep aynıydı: "Neredeyse on sekiz yıldır."

"Çıkarılmak için ümidin var mıydı Hâlâ?"

"Uzun süre önce tükenmişti ümidim."

"Yeniden dirileceğini biliyor musun?"

"Öyle diyorlar."

"Umarım dirilmek istiyorsundur."

"Bilemiyorum."

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder