22 Şubat 2020 Cumartesi

Boyalı Kuş / Jerzy Kosinski

Boyalı Kuş

Boyalı Kuş’tan…

Sonunda yakaladılar. Sincap, debeleniyor, ısırıyor, kendini sonuna kadar savunuyordu. Çocuklar eğildiler, bir bidon dolusu benzini üstüne boşalttılar. Korkunç bir şey hazırladıklarını anladım, umutsuzca sincabımı kurtarma yolları aradım. Geç kalmıştım. Çocuklardan biri omzunda taşıdığı ateş dolu kutudan bir demet yanar çalı aldı, sincaba dokundurdu; hayvan hemen parladı. Alevlerden kurtulmak için zıplıyor, korkunç inlemeleri içimi parçalıyordu. Alevler gövdesini kaplamıştı. Kuyruğu birkaç saniye daha sallandı, kömürleşen minicik gövde yerde yuvarlandı. İşi bitmişti. Çevresine doluşan çocuklar gülüyor, bir sopanın ucuyla yanık gövdeyi dürtüyorlardı.
Beni görmeye gelecek kimsem de kalmamıştı artık. Sincabımın ölümünü Marta'ya anlattım, söylediklerimi kavrayamadı. Kendi kendine bir dua okudu, sonra ölümü evden uzaklaştırmak için kullandığı sihirli cümleyi mırıldandı. Ona göre ölüm, evin çevresinde dolaşıyor ve içeri girmeye çalışıyordu.
Marta hastalandı. Kaburgaların altında, kalbin bir daha çıkmamacasına hapsedildiği, kanat çırptığı kafesin olduğu yerdeydi ağrısı. Tanrı'nın ya da Şeytan'ın yeryüzündeki günlerine son vermek için böyle bir ağrı gönderdiklerini söyledi bana. Marta'nın yılan gibi deri değiştirip, neden yeni bir hayata başlamadığını düşünüyordum. Bunu söylediğimde çok kızdı, beni lanetledi, Tanrı'ya küfreden bir çingene ve Şeytan'ın piçi olduğumu söyledi. Ona göre hastalık, hiç beklenmedikleri bir sırada insanlara yapışırdı. Arabada giderken arkanıza oturabilir; ormanda böğürtlen toplarken sırtınıza çıkar, kayıkla ırmağı geçerken sudan fırlayıverirdi. Görünmeyen, bu çok kurnaz hastalık havadan, sudan, insanlardan ya da hayvanlardan gövdenize süzülüverirdi. Ya da, Marta ürkütücü bir bakışla beni süzdü, bir gaga burnun üstündeki iki kara gözden size geçiverirdi. Çingene ya da büyücü gözü diye anılan bu gözler, sakatlık, veba ve ölüm taşıyıcısıydı. Bu yüzden kendisinin de çiftlik hayvanlarının da yüzlerine bakmamı yasaklamıştı. Bunu istemeyerek yapmışsam, haç çıkarmam ve üç kez yere tükürmem gerekiyordu.
Yoğurduğu hamur ekşirse kudururdu. Beni büyü yapmakla suçlar, iki gün ekmek vermezdi. Gözünün içine bakıp da onu kızdırmamak için kulübede gözlerim kapalı yürür, eşyalara çarpar tekneleri devirir, dışarda da çiçeklerin üstüne basar, keskin ışığın körleştirdiği böcekler gibi dört yana toslardım. Bu arada Marta da, yerden hayvan pisliklerini toplar ateşin üzerine atardı. Duman odaya yayılırken büyülü sözlerle kötü ruhları kovmağa çalışırdı. Uğursuzluğu başından attığını söylerdi. Bunda haklı olmalıydı. Çünkü hemen sonra yaptığı ekmeğin hiçbir eksiği görülmez, iyi kabarırdı.
Marta ağrıları ve hastalığı atlattı. Boyuna inatçı bir savaş veriyor, onlara karşı koyuyordu. Ağrılar yeniden geldiğinde, bir parça çiğ et alıp ince ince kesip bir toprak testinin dibine koyuyordu. Güneş batmak üzereyken çektiği kuyu suyunu da üstüne döktükten sonra testiyi kulübenin bir köşesine gömüyordu. Et çürüyene kadar, birkaç gün ağrılardan kurtulduğunu söylüyordu...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder