12 Kasım 2021 Cuma

Kitap Hırsızı / Markus Zusak

Kitap Hırsızı

Kitap Hırsızı

Kitap Hırsızı’ndan…

Bazen anne diye fısıldıyor, tek bir öğleden sonra annesinin yüzünü yüz kez görüyordu. Ne var ki rüyalarındaki dehşetle kıyaslandığında bunlar önemsiz acılardı. Öyle zamanlarda, kendini asla tamamen yalnız hissetmiyordu.

Fark ettiğinizden emin olduğum gibi evde başka çocuk yoktu. Hubermann’ların iki çocuğu vardı ama ikisi de büyüyüp kendi hayatlarını kurmuşlardı. Küçük Hans, Münih şehir merkezinde çalışıyordu; Trudy ise hizmetçi ve çocuk bakıcısıydı. Yakında savaş başlayacaktı. Biri mermi yapacak, diğeri de onlarla düşmana ateş edecekti.

Tahmin edebileceğiniz gibi okul korkunçtu.

Devlet yönetiminde olmasına rağmen, ağır bir Katolik etkisi vardı ve Liesel, Lüteriyen’di. Pek de şanslı bir başlangıç olduğu söylenemezdi. Sonra bir de okuma yazma bilmediği anlaşılmıştı.

Aşağılayıcı bir şekilde, alfabeyi yeni öğrenen daha küçük çocukların arasına atılmıştı. İnce kemikli ve solgun olmasına rağmen, küçük çocukların arasında dev gibi kalıyor ve sık sık görünmez hale gelecek kadar solgun olmayı diliyordu.

Evde bile pek yardım alamıyordu.

“Ondan yardım isteme, ” demişti annesi. “O Keriz! ” Babası alışkanlık haline getirdiği gibi pencereden dışarı bakıyordu. “Okulu dördüncü sınıfta bırakmış. ”

Babası onlara dönmeden sakince ama kinayeli bir tavırla cevap vermişti. “Eh, ondan da yardım isteme. ” Külünü dışarı silkinişti. “Okulu üçüncü sınıfta bırakmış. ”

Evde hiç kitap yoktu; şiltesinin altına sakladığı bir tane dışında ve Liesel’in yapabileceği en iyi şey, kesin bir tavırla sessiz olması söylenene kadar alfabeyi içinden saymak olmuştu. Bütün o mırıltılar. Daha sonra bir kâbus görürken yatağını ıslattığında, fazladan bir okuma eğitimi başlamıştı. Gayri resmi olarak, buna gece yarısı okulu adını vermişlerdi ama genellikle sabahın ikisinde başlıyordu. Yakında buna değineceğiz.

Şubat ortalarında on yaşını doldurduğunda, Liesel’e bir bacağı eksik ve sarı saçlı kullanılmış bir oyuncak bebek verildi.

“Elimizden bu kadarı geldi, ” dedi babası özür dileyerek.

“Ne diyorsun sen? Bu kadarını bulabildiği için çok şanslı, ” diye düzeltti annesi.

Liesel yeni üniformasını denerken, Hans da bebeğin sağlam bacağını inceliyordu. On yaşında olmak, Hitler Gençliği anlamına geliyordu. Hitler Gençliği de küçük, kahverengi bir üniforma demekti. Kız olduğundan, Liesel BDM denen kurumun çocuk kısmına yazılmıştı.

KISALTMANIN AÇIKLAMASI 

Bund Deutscher Mâdchen anlamına geliyordu; yani Alman Kızları Birliği.

Yaptıkları ilk şey, Heil Hitler’i düzgün şekilde yaptığınızdan emin olmaktı. Sonra dik yürümeyi, sargı bezi katlamayı ve giysi dikmeyi öğreniyordunuz. Ayrıca yürüyüşe ve başka benzeri faaliyetlere götürülüyordunuz. Çarşamba ve cumartesi günleri, öğleden sonra saat üçten beşe kadar toplantı zamanlarıydı.

Her çarşamba ve cumartesi günleri, babası Liesel’i BDM merkezine götürüyor, iki saat sonra da almaya gidiyordu. Bu konuda pek fazla konuşmuyorlardı. Sadece el ele tutuşuyorlar, kendi ayak seslerini dinliyorlar, babası bir iki sigara içiyordu.

Babasının ona hissettirdiği tek gerginlik, sürekli gitmesiydi. Birçok akşam oturma odasına (aynı zamanda Hubermann’ların yatak odasıydı) giriyor, akordeonunu eski dolaptan alıyor ve mutfaktan geçerek ön kapıya yürüyordu.

Himmel Sokağı'na çıktığında, annesi pencereyi açarak sesleniyordu: “Çok geç kalma! ”

“Bu kadar bağırma, ” diye seslenerek karşılık veriyordu babası.

“Keriz! Kıçımı ye sen benim! İstediğim kadar bağırırım! ”

Annesinin bağırışlarının yankıları sokakta babasının arkasından geliyordu. Babası hiç geri dönüp bakmıyordu; en azından karısının gözden kaybolduğundan emin olana kadar. Öyle akşamlarda sokağın sonunda akordeon çantasını eline almış halde, Bayan Diller'in köşedeki dükkânının önünde dönüyor ve karısının yerini alan penceredeki siluete bakıyordu. Uzun, hayalet gibi elini havaya kaldırıyor, sonra tekrar dönüp yavaşça yürümeye devam ediyordu. Liesel onu tekrar gördüğünde saat sabahın ikisi oluyordu; babasının onu nazikçe kâbuslarından uyandırdığı zaman.

Küçük mutfakta geçirdikleri akşamlar hiç istisnasız berbattı. Rosa Hubermann sürekli konuşuyordu ve konuşurken sürekli schimpfen yapıyordu. Hiç durmadan tartışıyor, şikâyet ediyordu. Aslında tartışabileceği kimse yoktu ama annesi bulduğu her fırsatta bunu ustaca başarıyordu. O küçücük mutfakta bütün dünyayla kavga ediyor ve bunu neredeyse her akşam yapıyordu. Yemekleri bitip babası gittikten sonra Liesel ile Rosa genellikle orada kalıyor, Rosa ütü yapıyordu...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder