8 Kasım 2020 Pazar

Sesler / Ursula K. Le Guin


Sesler'den...

Harflerin ne olduklarını öğrenir öğrenmez onları anladım ve kelimeleri çıkartmaya başladım; bir kez hariç hiç aklımın karıştığını veya uzun süre duraksadığımı hatırlamam. Okumaya başlamadan önce Parlak Kırmızı adını taktığım en gözde kitaplarımdan birini, cildinde altın yaldızları olan koca kırmızı kitabı indirmiştim. Ne hakkında olduğunu anlamak, tadına bakmak istiyordum. Ama okumaya çalıştığım zaman hiçbir anlam ifade etmedi. Harfler vardı, bu harfler kelimeler de oluşturuyordu ama anlamsız kelimeler. Bir tekini bile anlayamamıştım. Anlamsız, bölük pörçük, işe yaramazlardı. Seferbeyi içeri girdiği sırada hem kendime, hem de kitaba çok kızıyordum. "Bu aptal kitapta ne var böyle!" dedim.

Kitaba baktı. "Bir şeyi yok. Çok güzel bir kitap." Sonra o anlamsız kelimelerin bir kısmını yüksek sesle okumaya başladı. Kulağa çok hoş geliyordu, sanki bir anlamları varmış gibi. Kaşlarımı çattım. "Aritçe bu," dedi, "dünyada çok uzun bir zaman önce konuşulmuş olan bir dil. Bizim dilimiz o dilden türemiştir. Kelimelerin bazıları pek değişmedi. Bak, şu, sonra şu." İşaret ettiği kelimelerin bazı kısımlarını tanıdım.

"Ben öğrenebilir miyim?"diye sordum.

Genellikle yaptığı şekilde baktı bana. Usulca, sabırlı, tartarak, yoklayarak. "Evet," dedi.

Böylece Chamhan'ı kendi dilimizde okumaya başladığım sırada, eski dili de öğrenmeye başlamış oldum.

Kitapları gizli odadan dışarı çıkartamıyorduk tabii ki. Hem bizi, hem de Galvamant'taki herkesi tehlikeye sokarlardı. Aldların kızılşapkalı rahipleri kitap bulunan evlere askerlerle birlikte gelirdi. Şeytani oldukları için kitaplara dokunmazlar, kölelere toplattıkları kitapları kanala veya denize götürürler ve dibe batmaları için taş bağlayıp denize attırırlardı. Kitaba sahip olan insanlara da aynı şeyi yapıyorlardı. Kitapları veya kitapları okuyan insanları yakmıyorlardı.

Aldların tanrısı Yakan Tanrı Atth'tır ve yanarak ölmek onlar için büyük bir şeydir. O yüzden kitapları ve insanları suda boğuyorlar veya kıyıdaki bataklığa götürüyor, sonunda havasız kalıp ölünceye, derin ıslak çamura gömülünceye kadar küreklerle, sopalarla ittiriyorlardı.

İnsanlar genellikle kitapları Galvamant'a getirirdi, geceleri, gizli gizli. Hiçbirinin gizli odadan haberi yoktu –evde oturanlar bile ömürleri boyunca bu odadan haberdar olmamıştı– ama şehir dışındaki insanlar bile kitapların Seferbeyi Sulter Galva'ya getirilmesi gerektiğini, kitaplara sahip olmanın artık tehlikeli olduğunu ve Kehanet Evi'nde emniyette kalacaklarını bilirdi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder