7 Nisan 2022 Perşembe

Büyük Umutlar / Charles Dickens

 

Büyük UmutlarBüyük Umutlar

Büyük Umutlar’dan…

Ablam Mrs. Joe Gargery benden yirmi yaş büyüktü. Beni, “kendi elcağızıyla” büyütmüş olması yüzünden hem kendi gözünde, hem de komşular arasında büyük bir saygınlık kazanmıştı. Küçükken bu “kendi elcağızıyla büyütme” deyiminin ne anlama geldiğini pek kestiremez, bulup çıkarmaya çalışırdım. Ablamın sert, ağır elli olduğunu, benim kadar, kocasının da bu elin tadını tattığını bildiğimden, ikimizin de ablamın “kendi elcağızıyla” büyütülmüş olduğumuzu sanırdım.

Güzel, alımlı bir kadın değildi ablam. Şöylesine ki, Joe Gargery ile de “kendi elcağızıyla” evlenmiş olsa gerek, diye içimden geçirirdim.

Joe sarışın bir adamdı. Düzgün tenli yüzünün iki yanına sarkan sarı büklümlü saçları vardı. Gözleri öyle kararsız bir mavi renkteydi ki, her nasılsa kendi aklarıyla karışmış sanırdınız. Yumuşak başlı, iyi huylu, geçimli, biraz saf, çok sevimli bir insandı. Bir çeşit Herkül gibiydi, hem güçlülükleri hem de zayıflıkları yönünden...

Kara gözlü, kara saçlı olan ablam Mrs. Gargery’nin yüzüyse öylesine kıpkırmızıydı ki, kimi kez kendi kendime, acaba yıkanırken sabun yerine rende mi kullanıyor, diye merak ettiğim olurdu. Uzun boylu, iri kemikliydi. Üzerinde her zaman, kaba bezden yapılma bir önlük bulundururdu. Bu önlük, arkasındaki iki ilmikten geçen bağcıklarla bağlanırdı. Önlüğün üst yanı ise üzerine her zaman topluiğneler, dikiş iğneleri saplanmış olduğu için, dört köşeli, zırha benzer bir göğüslük biçimindeydi. Ablam, hep önünde bu önlükle dolaşmaktan kendine büyük bir övünme payı çıkarır, kocasını da sürekli kınama fırsatı yaratırdı. Bana kalırsa ablam bu önlüğü hiç takmasa da olurdu ya, yok ille takacaksa, akşamları çıkarmasına ne engel vardı, anlayamazdım!

Joe’nun demirci dükkânı evimizin yanı başındaydı. Evimiz de yöremizdeki evlerin çoğunluğu gibi tahtadandı. O akşam koşa koşa eve döndüğümde demirci dükkânını kapanmış buldum. Joe tek başına mutfakta oturuyordu. Joe ile ben dert ortağı olduğumuz için sır ortağıydık da. Kapının mandalını kaldırıp başımı içeri sokar sokmaz tam karşıda, ocağın köşesinde oturan Joe’nun bakışlarıyla karşılaştım. Joe hemen bana bir sır verdi:

“Ablan on, on iki kez çıkıp seni aradı, Pip’ciğim. Şimdi de dışarıda, on üçüncü kezdir seni aramakta.”

“Sahi mi?”

“Evet. En kötüsü gıdıkçı da elinde.”

Bu kara haberi alınca gözlerimi ocaktaki ateşe dikerek yeleğimin düğmelerini burup bükmeye başladım. İçime bir ağırlık çökmüştü. Gıdıkçı diye andığımız şey, ucu mumlu bir kamıştı. Beni tepeden tırnağa gıdıklayıp durmaktan yıpranmış, üstüne cilalıymış gibi bir parlaklık gelmişti.

Joe, “Hop oturdu, hop kalktı,” diye anlatıyordu. “Sonunda gıdıkçıyı kaptığı gibi hışımla dışarı fırladı. Yaa, böyle oldu işte.” Bir maşa aldı, ocağın önündeki parmaklığın arasından közleri karıştırarak o da gözlerini ateşe dikti. “Fırtına gibi fırladı dışarıya, inan olsun. Tam ‘kameti artırdı,’ bu kez.”

“Çok oldu mu gideli?” diye sordum.

Joe’ya hep, iri yapılı bir çocukmuş gözüyle bakar, onu kendime yaşıt tutardım.

Joe başını kaldırıp duraladı. Felemenk işi saate bakarak, “Bu son gidişi beş dakika oluyor Pip’ciğim,” dedi. Sonra, “Geliyor!” diye haykırdı. “Koş kapının ardına, dostum. Köşeye saklan!”

Onun dediğini yaptım. Ablam kapıyı ardına kadar açıp da köşeye bir şeyler sıkışmış olduğunu anlayınca durumu hemen kavradı. Gıdıkçıyı da keşif kolu niyetine ileri uzattı. Sonunda beni tuttuğu gibi kocasından yana fırlattı. Kocasına karşı bir mermi olarak çok kullanırdı zaten beni! Joe ise beni kıvançla yakalayarak hemen ocağın köşesine sıkıştırdı; o uzun, iri bacaklarını önümde siper gibi gerdi.

Ablam tepinerek, “Nerelerde sürttün, beni böyle korkudan, kaygıdan, meraktan çatlatana dek, ha?” diye bağırıyordu. “Söyle diyorum, yoksa bir değil, elli tane Pip olsan, bir değil, beş yüz tane Joe Gargery’nin elinden çeker alırım seni!”

Köşedeki iskemlede büzülmüş oturduğum yerden, yaşlı gözlerimi ovuşturarak, “Mezarlıktaydım,” diye hıçkırdım...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder