9 Kasım 2020 Pazartesi

Rüzgargülü / Ursula K. Le Guin

 

Rüzgargülü'nden...

Gereken tek şey nereye gittiğini bilmen, gidecek bir yerinin olması. Biliyorsun, Kamp'taki bazı insanlar, onları bıraksalar bile gidecek yerleri olmadığı için hiçbir yere gidemezler. Asıl olan hiç durmamaktı. Sadece sırtım tutulmuş durumda şimdi."

Banyoya gitmek için kalktığında doksan yaşındaki bir adam gibi yürüyordu. Dik duramadı; iki büklüm olup yığıldı. Temiz çamaşırlar giymesine yardım ettim. Yeniden yatağa uzanırken, kalın bir kâğıt parçasının yırtılırken çıkardığı sesi andıran acı bir haykırış çıktı ağzından. Odada dolaşıp eşyaları yerleştirdim. Yanına oturmamı istedi ve ağlamayı sürdürürsem gözyaşlarımda boğulacağını söyledi. "Bütün Kuzey Amerika kıtasını suya gömeceksin" dedi. Başka ne söylediğini hatırlamıyorum; ama sonunda beni güldürdü. Simon'un söylediği şeyleri hatırlamak ve onları dinlerken gülmemek güçtür. Sadece onu sevdiğimden söylemiyorum bunu; herkesi güldürür o. Bunu bilinçli olarak yaptığını sanmıyorum; sadece başka insanlarınkinden farklı çalışan, matematikçi kafası yüzünden.

Sonra da, güldükleri zaman hoşlanır bundan.

"Onu" düşünmek; on yıldır tanıdığım adamı ve tanınmaz hale gelmiş, farklı biri olmuş "onu" düşünmek garip geliyor. Çoğu dilde neden "ruh" anlamına gelen bir sözcük bulunduğunu anlamanıza yetiyor bu. Ölümün çeşitli dereceleri var ve zaman hiçbirine karşı korumuyor bizi. Yine de bir şeyler kalıyor geride; işte bunun için de bir sözcük gerekiyor.

Bir buçuk yıldır söyleyemediğim şeyi söyledim: "Beynini yıkamalarından korkuyordum."

"Davranış modu pahalıya geliyor" dedi. "Sadece ilaçlarla yapsalar bile. Daha ziyade, Çok Önemli Kişiler için kullanıyorlar onu. Ama korkarım, benim de önemli biri olabileceğimi düşünüyorlar. Son aylarda çok sık sorguya çekildim. 'Dış bağlantılarım' hakkında." Homurdandı. "Yurtdışında yayımlanan şeyler, sanırım. Bu yüzden dikkatli olmak niyetindeyim, ki bir dahaki sefere beni tıktıkları yer Federal Hastane değil yine Kamp olsun."

"Simon, onlar... zalim insanlar mıydı yoksa sadece inandıkları adalet anlayışını mı uyguluyorlardı?"

Bir süre cevap vermedi. Cevap vermek istemedi. Ne sorduğumu biliyordu. Başımızın üstünde umudu, o kılıcı hangi ipin tuttuğunu biliyordu.

"Bazıları..." dedi sonunda, belli belirsiz.

Bazıları zalimdi. Bazıları yaptığı işi seviyordu. Her şeyi topluma yükleyemezsin.

"Gardiyanlar kadar mahkûmlar da" dedi.

Her şeyi düşmana yükleyemezsin.

"Bazıları, Belle" dedi heyecanla elime dokunarak, "bazıları... Orada pırlanta gibi insanlar da vardı."

İp kalın; tek darbede kesemezsin.

"Neler çalıyorsun" diye sordu.

"Forrest, Schubert."

"Dörtlünüzle mi?"

"Artık üçlü. Janet yeni sevgilisiyle Oakland'a gitti."

"Ah, zavallı Max!"

"Fena da olmadı hani. Zaten kötü bir piyanistti."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder