28 Mart 2022 Pazartesi

Yanlış Tanık / Helen Nielsen

Yanlış TanıkYanlış Tanık

Yanlış Tanık’tan…

Ferguson sırıttı. «Birbirinizi tanıyacağınızı tahmin etmiştim zaten,» dedi. «Talmadge da şimdi Norveç'te yaşıyor. Oslo'ya yerleşmiş. Üstelik de Holbergle sıkı fıkı dostmuşlar. Koca dağ kaçağının nerede gizlendiğini biliyor, sık sık da onu görmeye gidiyormuş. Daha da ilginci, koca devi, hatıraları konusunda ona en iyi biçimde yardım edecek, onları en iyi değerlendirecek yayınevinin Harrison House olduğuna inandırmış. Şimdi son bir önemli iş var: Birisi oraya kadar gidip kontratları koca deve imzalatacak, işi bitirecek!»

Ferguson sustu. İçimde kopan fırtınaları gözlüyordu zevkle.

«Seni bu sıcaklarda New York'un serin, rahat hayatından uzaklaştırmaktan nefret ediyorum, ama son zamanlarda sinirlerin çok gerginleşti gibi geliyor bana. Deniz yolculuğu iyi gelir sanırım. Öyle lüks müks olamayan cinsinden... Durup dururken rekabete yol açmanın gereği yok. Şöyle, küçük bir yaz gezisi... Bana, Norveç'te balıkçılığın çok zevkli olduğunu söylemişlerdi.»

Vergilerden sonra elimde bir şey kalacak olursa, Ferguson'u vasiyetnamede yüzde yüz hatırlayacağım. Daha o hareket günümü, saatimi bildiren kâğıdı cebinden çıkarmadan ben şapkamı kaptığım gibi odadan fırladım...

OSLOFIORD, Bergen Limanına girerken inceden bir yağmur yağıyordu. Dokuz gün bir yeryüzü, bir gökyüzü gittikten sonra şöyle esaslı bir toprak parçası görmek herkesi sevindirmiş olacak ki, gemidekiler yağmura aldırmadan güverteye doluşmuşlardı. Çoğu da iniyordu Bergen'de. Gemi buradan Stavanger, Kopenhag ve son durak olan Oslo'ya gidecekti. Ben de bu yolu izleyecektim.

Dürüst olmam gerekirse, hiç de eğlenceli bir vakit geçirmiyordum. Oysa kendimi eğlendirmek için çırpmıyordum. Her yapılan şakaya avaz avaz gülüyor, Iowalı kızıl saçlı güzel öğretmene açıktan açığa kur yapıyordum. Yine de hiç bir şeyden tat alamıyordum. Bu da tabii bütün sinir sistemimi etkiliyordu. Uç gecedir korkunç baş ağrılarıyle kıvranıp duruyordum. Birdenbire geliyordu bu ağrılar; keskin, kör edici, delici ağrılardı.

Güvertede durmuş, gemideki günlerimi hatırlamaya çalışıyordum. Çünkü her şey silik bir haldeydi. Bana bir şeyler oluyordu ama, hatırlayamıyordum.

«Günaydın, Bay Grant! Bu sabah nasılsınız?»

Yağmurluğumun yakasını iyicene kaldırıp döndüm. Kiminle karşılaşacağımı biliyordum: Sundequist.

Otto Sundequist Stokholmlü bir işadamıydı. Ancak, artık emekli olmuştu. Uzun boylu, yanık tenli, şen görünüşlü, beresinin altından beyazlaşmış saçlar fışkıran, altmış yedi yaşında bir adamdı. Yaşını itiraf ettiği zaman hayranlık duymaktan kendimi alamamıştım. Yemek salonunda o, ben, çok hoş bir kız olan Iowa'lı öğretmen Ruth Atkins ve artık soyu tükenmiş türden soylu, yaşlı bir hanımefendi olan Bayan Perriman aynı masada otururduk. Sundequist'le daha yola çıkar çıkmaz tanışmıştık.

Son derece canlı, yorulmak bilmeyen bir enerjiye sahip, yakışıklı bir ihtiyardı. Güverte çevresinde yaptığımız hızlı bir tur sonucunda ben kendimi en yakın şezlonga atarken, o yeni ısınmaya başlıyordu. Bir tur daha atmak onun için işten bile değildi. Sanırım onu biraz kıskanıyordum. Şimdi sorduğu soruya içerlemem belki bu yüzdendi, belki de biraz utanmıştım: Üç gecedir üst üste baş ağrım tutmuştu: Biri yemekte, biri sinema salonunda film seyrederken, biri de dün gece güvertede otururken...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder