10 Kasım 2021 Çarşamba

Bir Çift Yürek / Marlo Morgan

Bir Çift Yürek

Bir Çift Yürek

Bir Çift Yürek’ten…

Henüz kısacık bir yol yürümüştüm ki ayaklarımda müthiş bir sızlama duydum ve eğilip baktığımda tenime batmış di kenler olduğunu gördüm. Bu dikenleri çıkarttım ama attı ğım her yeni adım yeni dikenlerin batmasına yol açıyordu. Sonra bir ayağım üzerinde zıplamayı ve bu anda öteki aya ğımdaki dikenleri çıkartmayı denedim. Geriye dönüp bana bakan grup üyelerine bu halin pek komik gelmiş olmalı, çünkü gülümsemeleri artık kıkırdamaya dönüşmüştü. Du rup beni beklemeye karar veren Ooota biraz daha anlayış lı görünüyordu. “Acıyı unut. Dikenleri mola verdiğimiz za man çıkartırsın. Dayanıklı olmayı öğren. Dikkatini başka bir noktaya ver. Daha sonra ayaklarına bir çözüm bulaca giz. Şu anda yapabileceğin bir şey yok. “

Özellikle “dikkatini başka bir noktaya ver” sözleri bana anlamlı geldi. Son on beş yıldır akupunktur konusunda uzmanlaşma yolunda bir hekim olarak çalıştığımdan acı çe ken yüzlerce insan görmüştüm. Genellikle hastalıklarının son aşamasında bulunan hastalar, kendilerini bilinçsizlik uykusuna daldıracak uyuşturucu ilaçlarla akupunktur arasında seçim yapmak durumunda bulurlar. Benim de evimde uyguladığım programda hastalarıma söylediğim cümle aynen buydu. Her zaman hastalarımın bunu becerebilmesini beklerdim ve işte şimdi de benden beklenen buydu. Elbette söylemesi uygulamasından kolaydı ama elimden geleni yaptım.

Bir süre sonra birkaç dakika dinlenmek üzere durduk ve ben dikenlerin pek çoğunun kırılmış olduğunu gördüm. Derinin içinde kalanlar iyice derinlere inmişlerdi ve yaralar kanıyordu. Botanikçilerin -spinifex- adını verdikleri doğal bir halı üzerinde yürüyorduk, bu bitki örtüsü bir tür kum otuydu, kumlara tutunuyor ve en çorak bölgelerde bıçak kadar keskin ve kıvrık iplikler oluşturarak yayılıyordu. Ot sözcüğü son derece yanıltıcı bir terim olabilir çünkü bunlar bildiğimiz hiçbir ot türüne benzemez.

Sadece bıçak gibi keskin liflere sahip olmakla kalmaz ayrıca kaktüs dikeni gibi incecik dikenleri de vardır. Bunlar benim cildime girdiklerinde müthiş bir şişme ve dayanılmaz bir yanmaya neden oldular. Her ne kadar doğada yaşamaya, yalınayak dolaşmaya alışık bir insan olsam da, ayaklarım böylesi bir işkenceye hazırlıklı değillerdi. Acı devam ediyordu ve kanlar, parlak kırmızıdan koyu kahverengiye doğru değişen tonlarda akmayı sürdürüyordu. Ben gene de dikkatimi başka bir noktaya vermeye çalışıyordum. Eğilip baktığımda kırmızı ojelerimle kanımın birbirine karıştığını görüyordum. Sonunda ayaklarım tamamen duyarsızlaşmıştı.

Mutlak bir sessizlik içinde yürümeyi sürdürdük. Hiç kimsenin konuşmuyor olması tuhaftı. Kumlar sıcaktı ama yakıcı kızgınlıkta değildi. Güneş de sıcaktı ama dayanılmaz değildi. Arada sırada doğa bana acıyor ve serin bir esinti gönderiyordu. Grubun önlerine doğru baktığımda toprakla gökyüzü arasında belirgin bir çizgi olmadığını görüyordum. Aynı görüntü her yönde sulu boya bir tablo gibi aynı biçimde devam ediyordu ve gökyüzü kumların içinde eriyip gidiyordu.

Zihnimin bilimsel yanı bu sonsuz boşluk duygusunu bir pusula ile ölçebilmek istiyordu. Yüzlerce metre ötede, yükseklerde duran bir bulut kümesi ufukta bir I harfi gibi dikilen ağacı görünür kılıyordu. Tek işittiğim ses ayakların kumların üzerinde çıkarttığı çıtırtı idi. Arada sırada çalılıkların arasında çıkıveren çöl hayvanları tekdüzeliği bozuyorlardı. Kocaman kahverengi bir şahin sanki yokluktan varoluşmuşçasına ortaya çıkıverdi ve tepede büyük çemberler çizerek bana doğru alçalmaya başladı. Sanki ilerleyişimi kontrol etmeye gelmişti, çünkü ötekilere yaklaşmadı bile. Ama, kuşu bir inceleme yapmaya iten, benim ötekilerden çok değişik olmam da olabilirdi...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder