4 Ekim 2021 Pazartesi

Pardayanlar / Michel Zevaco

Pardayanlar

Pardayanlar

Pardayanlar’dan…

Genç adam Jeanne'ı o zaman daha kuvvetle kucakladı. Bu uzun boylu, tatlı bakışlı, yakışıklı genç, Mösyö de Piennes'in elinden bütün servetini gasp etmeye çalışan Kont de Montmorency'nin büyük oğlu François de Montmorency idi.

Dudakları böylece belki beş dakika birleşmiş kaldı. Ondan sonra birbirlerine sarılmış olarak ormanda ilerlemeye başladılar.

Genç kız birdenbire durdu:

"Bizi takip ediyorlar, gözetliyorlar... Duyuyor musun François?.."

"Hayır meleğim, bizi takip eden yok. Duyduğun sesler, yuvalarına dönen kuşların kanat sesleridir."

"Ah François, bilemezsin. Çok korkuyorum."

"Benim kolum seni korudukça hiçbir şeyden korkmamalısın güzelim."

"En ufak bir olay bile beni titretiyor. Hele son üç aydan beri ne kadar büyük bir korku içinde bulunduğumu anlatamam sevgilim."

"Üç aydan beri sen benim dünyada en çok kıymet verdiğim varlıksın. Yakında da karım olacak ve ismimi taşıyacaksın. Resmi muameleleri beklemeden bana kendini verdiğin, benim hakiki karım olduğun andan itibaren de benim tam bir himayem altındasın. Göreceksin ki, babalarımızı birbirinden ayıran düşmanlık ve kini de ortadan kaldıracağım. O zaman mutluluğumuzu gölgeleyecek hiçbir şey kalmayacak..."

"Ah François. Sana inanıyorum. Seni her şeyden fazla seviyorum. Fakat bilmem neden, içimde bir endişe var... Manasını anlayamadığım bir endişe. Nasıl diyeyim, korkuyorum. Mutluluğumuzu kıskananlardan korkuyorum."

"Bütün bunlar kuruntu... Sana yemin ederim ki, evlenmemize hiçbir kuvvet mâni olamayacaktır!"

Onlardan az ötede kin dolu bir kahkaha duyuldu. François bunu duymamıştı. Devam etti:

"Eğer gizli bir kederin, bir endişen varsa bunu bana söyle..."

"Evet, sana söyleyecek bazı şeylerim var."

"Nedir?.."

"Şimdi olmaz. Geceleyin söylerim. Tam gece yarısı seni sütninemin evinde bekliyorum. Anladın mı, tam gece yarısı, öğrenmen lazım gelen bir şey var."

"Pekâlâ, geleceğim."

"Haydi artık sen git. Geç kaldım. Ben de evime döneyim..."

İki genç bir defa daha kucaklaştılar. Dudakları yine uzun uzun kenetli kaldı. Birbirlerinin vücuduna bütün kuvvetleriyle sarıldılar. Sonra yavaş yavaş ayrıldılar. Son bir öpüşmeden sonra François de Montmorency, ağaçlar arasında kayboldu.

Jeanne da evine doğru gitmeye başladı. Daha yirmi adım yürümemişti ki, ağaçların arasında bir hışırtı oldu. Sert bakışlı, asık suratlı, korkunç tavırlı bir genç yolunun ortasına çıktı.

Jeanne, elinde olmadan haykırdı:

"Siz misiniz, Henri?"



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder