14 Ekim 2021 Perşembe

Loksandra İstanbul Düşü / Maria Yordanidu

Loksandra İstanbul Düşü

Loksandra İstanbul Düşü

Loksandra İstanbul Düşü’nden…

Merdivenin altındaki kapı yeraltı mutfağına açılıyordu. Loksandra'nın kral dairesine... Koca fırını, mangal ve maşaları, sinekleri kovmakta kullandığı flâpı ve kıyma baltaları ile çok sevdiği karanlık cehenneme açılıyordu.

Ermeni balıkçının aracılığı ile yanına almış olduğu küçük Ermeni çocuğu Tarnana bu mutfakta, kum ve limontuzu ile habire tencere kazır, tahta üzerinde kıyma doğrar, ya da mutfağın ortasına oturur ve tüy bulutları arasında tavuk yolardı. Kediler etrafında dönüp dolaşırlardı.

«Pist! Canın çıkmasın e mi nankör, düşüreceksin beni! Nah, ye! Ye, obur!» Kedilere laneti yağdıran Loksandra sonradan pişmanlık duyar ve onlara et atardı.

Bu mutfağın ortasında Loksandra hayatından memnundu. Zevkle ve başkalarına zevk vermek için pişirirdi. İkide birde yemeğin tuzuna bakar, falanca yemeği tadar, sonra da Tarnana’ya uzatırdı:

«Sen de bak, tuzu nasıl olmuş?»

Tamana, karşılık vermekte mırın kırın eder:

«Mmmm...» derdi. Öyle ya, bir kerecik tadına bakmakla nasıl anlasındı...

Hizmetçi kız Sultana, bu durumu görünce çığlığı basardı:

«Canım hanımcığım, yarın kutsal ayine gidecek­siniz, tavuk mu yiyorsunuz?»

«Kimmiş tavuk yiyen, mori?»

Yemeğin yine tadına bakardı.

man sonra Sultana’nın ayağı mutfaktan kesildi. Odacılığa yükselmiş ve mutfak ona yasak bölge ilân edilmişti. Böylece oruçlarına devam ederlerdi.

Loksandra, yemek işini bitirdikten sonra önlüğünü çıkanr, ellerini limon kabuğu ile ovar, Doğu’nun ve Batı'nın baharat kokularını etrafına saça saça yemek odasına geçerdi. Ortalığa sevinç ve mutluluk saça saça...

Ne demişler: Napoli’yi görde öl. Lâf! Loksandra’nın elinden midye dolması yede öl. Hünkârbeğendi, yoğurtlu kebap ve kışın bulunmadığı için asma yaprağına değil, pırasa yaprağına sarılmış sindirimi kolay (üstelik terletici ve sidik söktürücü) etli dolmasını ye. Taramasını ye de öl. Ölürsün de yeniden canlanıp yeniden yiyesin gelir. Yakınları Loksandra’nın yemeğinden tadabilmek için tâ Boğaziçi’nden, Kadıköy’den ve Tatavla’dan kalkıp Bakırköy’e gelirlerdi. Yılda iki kez bütün soyu hiç şaşmadan onun evine gelirdi. Bohçalarıyla, çocuklarıyla, köpekleriyle bir iki gün kalmak için gelirlerdi. Hal hatır sormaya gelenmi vardı zaten...

Bir defa Dimitro'nun yaş gününde güzün, bir defa da Loksandra'nın kutladığı Ortodoksia gününde gelirlerdi. Loksandra'yı Roksana diye çağırırlardı. Roksanalar dindar olurdu...

Yılbaşı gecesi, yalnız çocukları karılarını alıp gelirlerdi. O gece Loksandra, kasabının her yıl kendisine gönderdiği hindinin dolmasını hazırlardı. «Koskocaman kurko!» Kasabı, hindiyi baştan aşağı süsleyip öyle gönderirdi. «Kokona için». «Görüyor musun, kasabım bana ne yollamış?»

Dimitro, Loksandra ile evlendikten bu yana çok yılbaşılar geçmişti. O yılbaşı sabahı Dimitro evine bereket yayılsın diye avluya nar taneleri serpmekle geçen yıllarda olduğundan daha erken kalktı.

Ayağında terlikleri, sırtında uzun beyaz geceliği ve başında Loksandra'nın dikmiş olduğu (püskülü beline varan) kukuletası ile kürküne sarılmış olarak merdivenin sahanlığında durdu. Delikanlı gibi utangaç güneş ışıkları altında allaşan karlı bir sabah vakti gibi yüzü kızararak nar tanelerini avluya saçtı...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder