4 Kasım 2020 Çarşamba

Rocannon’un Dünyası / Ursula K. Le Guin


Rocannon’un Dünyası’ndan…

Angyalı evli kadınlar spor olarak ata binmezlerdi, Semley de evlendiğinden beri Hallan'dan ayrılmamıştı; o yüzden şimdi uçanatın yüksek sırtına binerken kendini tekrar bir kız çocuğu, Kirien tarlalarının üzerindeki kuzey rüzgârında yarı vahşi atlara binen bir zamanların o vahşi kızı gibi hissediyordu. Şimdi onu Hallan tepelerinden aşağıya doğru taşıyan hayvan ise daha iyi cinsti, çizgili postu boş, hafif kemiklerini sıkıca sarıyordu, yeşil gözlerini rüzgâra karşı kısmıştı, hafif ve güçlü kanatları Semley'in iki yanında inip kalkıyor, üzerindeki bulutları ve altındaki tepeleri bir saklıyor, bir açığa çıkarıyordu.

Üçüncü sabah Kirien'e varıp harabeye dönmüş avluya tekrar ayak bastı. Babası bütün gece içmişti ve tıpkı eski günlerdeki gibi, yıkılmış tavandan içeri giren sabah güneşi onu sinirlendiriyordu; kızını görmek ise sinirini daha da artırdı. "Niye geri geldin?" diye homurdandı, şişmiş gözleriyle bir kızına bir etrafına bakarken. Saçlarının gençlik günlerindeki alevi sönmüş, kafasındaki gri tutamlar karmakarışık olmuştu. "Genç Hallanlı seninle evlenmedi de mi geri döndün?"

"Durhal'in karısı oldum. Çeyizimi almaya geldim, baba."

Sarhoş adam tiksintiyle homurdandı; ama kızı öyle nazikçe güldü ki, yeniden, ürkerek, ona bakmak zorunda kaldı.

"Deniz Gözü kolyesini Fianlar’ın çaldığı doğru mu, baba?"

"Ne bileyim? Eski öyküler. Ben doğmadan önce kaybolmuş galiba. Keşke hiç doğmamış olsaydım. Öğrenmek istiyorsan Fianlar'a sor. Onlara git, kocana dön. Beni rahat bırak. Kirien'de kızlara, altına ve öykünün geri kalan kısmına yer yok. Öykü burada bitti, burası bitik bir yer, burası boş bir salon. Leynen'in oğullarının hepsi öldü, hâzineleri kayboldu. Kendi yoluna git, kızım."

Harap evlerde yaşayan gri, şişman bir ağörücü gibi dönüp yalpalayarak günışığından saklandığı mahzenlere doğru uzaklaştı.

Semley Hallan'dan aldığı çizgili uçanatı çekerek eski evinden ayrıldı ve dik tepeden aşağıya inerek orta-insanların köyünden geçti; onu somurtarak ama saygıyla selamladılar, sonra tarlalardan ve büyük, kanatları kesik, yarı vahşi heriloların otladığı çayırlardan geçerek boyanmış bir tas kadar yeşil ve ağzına kadar güneş ışığıyla dolu bir vadiye geldi. Vadinin derinliklerinde Fianlar'ın köyü vardı, atını çekerek inerken küçük, narin insanlar gülerek ve cılız, ince sesleriyle bağırarak kulübelerinden, bahçelerinden çıkıp ona doğru koştular.

"Selam sana Hallanlı'nın eşi, Kirienli Leydi, Rüzgârıntaşıdığı. Güzel Semley!"

Ona çok şirin adlar taktılar; o da bunları duymaktan hoşlanıyor, kahkahalarına aldırmıyordu, çünkü onlar her söylediklerine gülüyorlardı. Onun tarzı da böyleydi: konuşmak ve gülmek. Başdöndürücü karşılamanın ortasında, uzun mavi pelerini içinde, upuzun görünüyordu.

"Selam size Işıkinsanları, Güneşseverler, insan dostları Fianlar!"

Semley'i aşağıya köye, havadar evlerinden birine götürdüler, minik çocuklar peşlerinden geliyordu. Yetişkin bir Fian'ın yaşını söylemek olanaksızdı; mumun çevresinde dönen pervaneler denli hızlı hareket ettiklerinden birini öbüründen ayırt etmek, hatta hep aynı kişiyle konuştuğundan emin olmak bile çok güçtü...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder