9 Şubat 2022 Çarşamba

İç Savaş Manzaraları / Hans Magnus Enzensberger

 

İç Savaş Manzaralarıİç Savaş Manzaraları

İç Savaş Manzaraları’ndan…

Hiç kimse bu kökten değişime hazır değildi. Kimse bir çıkar yol bilmiyor. Karşılaştığımız bu durumun, siyasetin bir biçimi olması mümkün. Bunu kavramak için geçmişteki iç savaşlara dönüp bakmak gerekiyor. Almanya, geçirdikleri arasında en ağır ve en uzun olan iç savaşın5, etkilerinden hiçbir zaman tam kurtulamadı. Bu savaşta nüfusun üçte ikisinin yaşamını kaybettiği belirtiliyor. Fakat otuz yıl savaşları devlet güçlerince başlatılmış ve sürdürülmüştü.

Yeniçağ’ın büyük iç savaşlarının çoğu için de bu geçerlidir: Amerika’nın Güneyi’nin Kuzey’e karşı, Rusya’da Beyazlar’ın Kızıllar’a karşı, İspanyol Falanj’ının Cumhuriyetçiler’e karşı savaşı. Bütün bu vakalarda düzenli ordular ve cepheler vardı; merkezî komuta makamları, karargâhlarından verdikleri emirlerle birliklerini ayakta tutmaya ve stratejik amaçlarını planlı biçimde gerçekleştirmeye çalışıyordu. Askerî yönetimin yanında, kesin belirlenmiş amaçlar peşinde koşan ve müzakere ortağı gözü ile bakılan bir siyasal yönetim de vardı.

Fakat klasik Devletler Savaşı, gücü tekelleştirme eğilimi gösterir ve devlet mekanizmasını olağanüstü güçlendirirken, iç savaşta düzenin çökmesi ve milislerin kendi başlarına hareket eden silahlı çetelere dönüşmesi tehlikesi vardır.

Bazı savaş beyleri bağımsızlığını ilan eder; ana karargâh, çatışan yığınlar üzerindeki askerî, hükümet de siyasal denetimi yitirir. Fakat yine de ABD’deki, Meksika’daki, Rusya’daki savaşların gelişimi iki tarafın da her şeye rağmen pazarlık yapabilecek, kazanabilecek ya da teslim olabilecek durumda bulunduğunu göstermektedir; bunlar her halükârda uğruna savaşılan alanı denetimi altına alan yeni bir yönetimin, merkezî bir devlet gücünün pekişmesi ile sonuçlandılar. Günümüzdeki iç savaşların böyle bir umut ışığı taşıyıp taşımadığı yanıtsız kalan bir sorudur.

Sömürgecilik döneminde, hemen uluslararası boyutlara ulaşmayan, hiçbir iç çatışma yoktu. “Reel Politika” adı altındaki uygulamalar, her iç savaşın dış güçlerce körüklenmesine ve kullanılmasına yolaçıyordu. Çatışan taraflar büyük bir oyunun piyonları olarak kullanılıyordu. Büyük güçlerin amacı, etki alanlarını ve sömürge imparatorluklarını genişletmekti. Avrupalıların ve Amerikalıların Çin’e yaptıkları çok sayıdaki saldırıyı, Bolşevik Ekim Devrimi sonrasında Rusya’ya yapılan müdahaleleri ya da İkinci Dünya Savaşı’nın son provası olarak yorumlanması hiç de yersiz olmayan İspanya İç Savaşı’nı anımsatmak yeterlidir.

Daha yetmişli yıllarda bile süper güçler bu mantığa sıkıca sarılmış biçimde hareket ediyordu. Afrika’da, Asya’da ve Latin Amerika’da vekâleten bir dizi savaş yaptırıyorlar ve kendilerine sıfır toplamlı oyunlar çerçevesinde çıkar sağlayacağını düşündükleri her iç çatışmaya karışıyorlardı. Bu çatışmaları, üçüncü bir dünya savaşının eşiğine kadar tırmandırmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

Ancak soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile birlikte bu tür dış siyaset anlayışından vazgeçildi. Yalnızca Moskova ve Pekin’de değil, Washington’da da, kardeşlik duyguları ile yapılan yardımların, getirdiğinden fazlasını götürdüğü görüşü ağızdan ağıza dolaştı. Son on yılda ekonomik açıdan kazançlı çıkan, bu oyuna katılmayan uluslar oldu. Eski Reel Politika, 19. yüzyıl sömürgeci düşünüşünün yıkıntıları ile karşı karşıya kaldı. Bununla artık dünya pazarından pay kapmak olası değildir...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder