10 Şubat 2022 Perşembe

Ah Avrupa / Hans Magnus Enzensberger

 

Ah AvrupaAh Avrupa

Ah Avrupa’dan…

Seçimden bir gece önce Kraliyet meclisinde üyesi bulunan tüm partilerin yöneticileri bir televizyon programında tartışmaya katılıyorlar. Bu tartışma o derece terbiyeli, düzgün ve ölçülü geçiyor ki —zaten başka türlüsü de beklenemez— seyircinin bir kısmının uykusu bile geliyor. İlk andan itibaren reislerin reisinin kim olduğunu anlıyor insan; hiç de görevde olan başbakan değil, biçim açısından bakıldığında muhalefette bulunan partinin başkanı.

Olof Palme sanki ev sahibi, reis, şampiyon; bu rolü de kişisel karizması ve konuşma yeteneğiyle oynamıyor. (Ülke liderliği için gereken doğuştan gelme ağırlık onda yoktu, kişiler üzerinde saygı ya da çekinme oluşturabilmek için fazla aydın, fazla hareketli, fazla burjuvaydı.) Yani duruma egemen olması sadece mevkiinin ona verdiği güçten kaynaklanıyordu. Son sözü o söyledi, çünkü iktidarda olup olmamaya bağlı olmaksızın İsveç toplumunu ideolojik, ahlâki ve siyasal açıdan yöneten grubun temsilcisiydi.

Bu güç o derece büyüktü ki, karşıtlarının her türlü davranışını belirliyordu. Bu güce karşı muhalefet yapan, muhalifliği için bir çeşit özür diliyordu, çoğu kez de eğlendirici biçimde özür diliyordu, farkına bile varmadan. Öteki partilerin adlarından başlıyordu bir kere bu iş. Tutucular sanki tutucu olduklarından utanç duyarcasına kendilerine "Ilımlı Birleştirme Partisi" diyorlar, Liberaller herhalde liberalliklerini kuşkulu buluyor olmalılar ki kendilerine folklorik bir lakap bulmuşlar: Eski Köylü Partisi; hiçbir anlama gelmeyecek derecede tarafsız bir adın arkasına sığınmışlar.

Siyasal gücün banka kasalarında yerleşmiş olduğuna inanmak, kaba Marksizm'e dayanan eski bir hatadır. İnsanların kafalarından neyin geçtiği, hangi yazılmamış kanunlara inandıkları, hangi dili konuştukları da aynı derecede ağırlıklı sanılır. İsveç burjuvazisinin kendi dili kalmamıştır, kendi öz bilinci ve siyasal kültürü de yoktur. Borgerskapet sözcüğü bile şaibeli, daha çok savunmaya dayalı bir çağrışım yapar. Bu yüzden "burjuva hükümetlerinin", 1976'dan beri başka bir etiket altında ve küçük bazı farklarla sosyal demokrat politikayı sürdürmekten başka bir şey yapmamalarına şaşmamak gerekir: Vergi yükümlülüğünü artırdılar, kamu harcamalarını çoğalttılar ve devlet payını yükselttiler.

Böyle bir toplumda zenginlerin neşesinin pek yerinde olduğu söylenemez. Evet, yalnız vergiler olsa iyi! Dürüst vatandaşlar olarak gönülsüz de olsa vergileri zamanında ödemek istiyorlar. Onları üzen, bu ağır kaderlerinin yarattığı duruma kimsenin anlayışla bakmaması. Kapılarını özür dileyen bir tavırla açıyorlar. Sadece bir rastlantı sonucu, neredeyse kazara bu paraya sahip oldular, bu villayı satın aldılar.

Zaten zenginliklerinde de ısrarlı değiller. Tam tersine, yük oluyor bu onlara, dikkati çekiyor, yanlış anlaşılmalara neden oluyor. Herkes onları kendini beğenmiş ya da spekülatör zannedebilir, bu da son derece üzücü bir durum. Yani tek kelimeyle kendilerini fazlalık, küçümsenen, dışarda bırakılan kişiler olarak görüyorlar; çekingen bir protesto girişiminde bulunduklarında ise, bu protesto son derece çaresiz ve cılız kalıyor. (Seçim günü Grand Hotel Saltsjöbaden'in önünde duran gece mavisi Jaguar marka arabanın ön camındaki çıkartmayı her zaman gülerek anımsayacağım, üzerinde "Halk işçi fonlarına karşı," yazılıydı.)

Bu arada konukların sayısı azalmıştı. Ekrandaki oy yüzdelerini gösteren tablolara kimse bakmıyordu...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder