13 Şubat 2022 Pazar

Heechee İle Buluşma / Frederik Pohl

 

Heechee İle BuluşmaHeechee İle Buluşma

Heechee İle Buluşma’dan…

HENÜZ enginleştirilmediğim günlerde, otuz yıldan uzun bir süredir ihtiyaç hissetmediğim, bir daha hiç yapmayacağımı düşündüğüm bir şeyi yaptım. Karım Essie’yi şehre, yatırımlarını denetlemeye gönderdim. Evdeki bütün iletişim sistemlerine “Rahatsız Etmeyiniz” komutunu verdim. Bilgi erişim sistemim ve (arkadaşım) Albert Einstein’ı çağırdım ve kaşlarını çatıp piposunun ağzım çiğnemesine neden olan emirler verdim ona. Ve nihayet, evde çıt çıkmadığı, Albert’in istemeye istemeye de olsa kendini kapattığı ve benim de çalışma odamdaki divana uzanmış yan odadan gelen Mozart’ı dinleyip havalandırma sistemindeki mimoza kokusunu içime çekerek loş bir ışıkta yattığım o anda, yıllardır ağzıma almadığım o ismi söyledim, “Sigfrid von Shrink, seninle konuşmak istiyorum.”

Bir an için gelmeyeceğini sandım. Derken barın yanındaki köşede bir ışık bulutu belirdi; bir şimşek çaktı ve işte Sigfrid orada oturuyordu.

Otuz yıl onu hiç değiştirmemişti. Sigmund Freud’un resimlerinde gördüklerinize benzer, kalın bir kumaştan koyu renkli bir takım elbise giymişti. Hiçbir belirgin özelliği olmayan o yaşlı yüzünde bir tek yeni kırışık bile yoktu ve gözleri hâlâ eskisi gibi pırıl pırıldı. Sanki not almaya pek ihtiyacı varmış gibi, bir elinde not defteri, ötekinde de kalemini tutuyordu! Kibar bir sesle, “Günaydın Rob,” dedi, “seni iyi gördüm.”

“Hep bana güven vermekle başlardın,” dedim; o da hafifçe gülümsedi.

Sigfrid von Shrink diye biri yok aslında. O yalnızca bir psi-kanalitik bilgisayar programı. Fiziksel bir varlığı yok; benim gördüğüm bir hologramdan ibaret; duyduğum da elektronik bir konuşma. Bir adı bile yoktu aslında; Sigfrid von Shrink adını ben takmıştım ona yıllar önce, çünkü elimi ayağımı bağlayan sorunlarımı adı bile olmayan bir makineye anlatamazdım. “Sanırım,” dedi duraklayarak, “beni çağırmanın nedeni bir şeylerin seni huzursuz ediyor olması.”

“Doğru.”

Sabırlı bir merakla beni süzüyordu; tıpkı eskisi gibi. Artık hizmetimde çok daha iyi programlar vardı -aslında bu tek bir programdı; Albert Einstein o kadar iyiydi ki başka programlarla uğraşmama gerek kalmıyordu- ama Sigfrid de hâlâ iyi sayılırdı. Sabırla konuşmamı bekledi. Kafamın içinde kaynayan şeylerin sözcüklere dökülmesinin zaman aldığını biliyordu, bu yüzden de beni zorlamıyordu.

Gelgeldim bu süreyi boşa geçirmeme de fırsat tanımıyordu. “Şu anda seni neyin huzursuz ettiğini söyleyebilir misin?” “Birçok şey. Farklı şeyler.”

“Birini anlat,” dedi sabırla, ben de omuz silktim.

“Sorunlar bitmek bilmiyor Sigfrid. Olan biten onca iyi şeye rağmen neden hâlâ insanların -kahretsin. Yine başladım değil mi?”

Bana göz kırptı. “Neye?” diye sordu.

“Beni huzursuz eden herhangi bir şeyden söz etmeye; asıl sorundan kaçmaya..”

“Bu iyi bir gözlem oldu, Robin. Şimdi, bana asıl sorunu anlatmayı denemek ister misin?”

“İstiyorum. Hem de o kadar çok istiyorum ki neredeyse hırsımdan ağlayacağım. Uzun zamandır yapmamıştım bunu.” “Uzun zamandır benimle konuşmaya ihtiyacın olmamıştı,” dedi, ben de başımla onayladım...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder