6 Kasım 2021 Cumartesi

Mekanik Kalp / Mathias Malzieu

Mekanik Kalp

Mekanik Kalp

Mekanik Kalp’ten…

Gencecik annem, uzun süren ıkınma vazifesini yerine getirirken, endişeli tek gözüyle pencereden kar tanelerini ve sessizce yere düşen kuşları izliyordu. Hamile taklidi yapan bir çocuk gibiydi. Akimda bir yığın dert vardı, bana bakamayacağını biliyordu. Bakışlarını, doğurmak üzere olan karnına indirmeye güçlükle cesaret edebildi. Dünyaya gelişim kasıklarına baskı yaparken, gözkapakları huzurla kapandı. Teni, sanki yatak ter-liyormuş, yahut bedeni eriyormuş gibi çarşaflara karışmıştı.

Buraya gelmek için tepeyi tırmanırken ağlamıştı. Donan gözyaşları, kopan bir kolyeden dökülen incilere benziyordu. Bunlar, kat ettiği yol boyunca ayaklarının altında, parıldayan bilyelerden bir halı oluşturmuştu. Yürürken ayağı kaydı, sonra devam etti, yeniden ve yeniden... Adımları çok hızlandı. Topukları birbirine dolandı, ayak bilekleri titredi ve hızla öne doğru düştü. İçeride, kırılan bir kumbara sesi çıkardım.

Gördüğüm ilk şey Doktor Madeleine oldu. Parmakları, zeytin -veya ufacık bir ragbi topu- şeklindeki kafamı yakalayıp sakince kavradı.

Annem bakışlarını kaçırmayı yeğlemişti. Zaten artık göz-kapakları kalkmıyordu. “Aç gözlerini! Şu doğurduğun minik kar tanesine bak!”

Madeleine, büyük ayaklı beyaz bir kuşa benzediğimi söyledi. Annem, ne bana bakmak ne de yeni bir benzetme duymak istemediğini belirtti.

“Hiçbir şey görmek veya bilmek istemiyorum!”

Doktor aniden bir şey fark etmiş gibi, parmağının ucuyla durmadan minik göğsüme bastırıyordu. Gülümseyişi yüzünden silindi.

“Kalbi çok sert, galiba donmuş.”

“Benimki de öyle, inanın abartmaya değmez.”

“Ama kalbi gerçekten donmuş!”

Beni tutup şöyle bir salladı. Vücudum, karıştırılan bir alet çantası gibi gürültü çıkardı.

Doktor Madeleine, yaptığı işin gereklerini yerine getirmek için koşuşturuyordu. Annem yatağında oturmuş bekliyordu. Şimdi titremeye başlamıştı, soğuk artık iyice kendini hissettiriyordu. Oyuncak dükkânından kaçmış porselen bir bebek gibiydi.

Dışarıda kar şiddetini artırdı. Çatılara tırmanan sarmaşık gümüşi bir renk almıştı. Pencerelerin üstünden sarkan yarı saydam güller, anacaddeyi aydınlatıyordu. Kediler, tırnakları kaldırım kenarlarındaki oluklara sıkışmış halde, çirkin canavar heykelciklerine dönüşmekteydi.

İrmakta balıklar korkmuş ve oldukları yerde durup kalmışlardı. Tüm kent bir cam üfleyicinin etkisindeydi ve o, kulakları ısıran bir soğuk üflüyordu. Dışarıda macera yaşamaya cüret eden cesur fareler, birkaç saniye içinde kendilerini, tanrının biri az önce fotoğraflarını çekmiş gibi felç olmuş halde buluyorlardı. Koşuşturmanın telaşıyla bazıları, bir balenin son perdesini kaymaya başlıyordu. Tüm bu manzara güzel sayılabilirdi; herkes, her şey kendi stilinde, gökyüzüne takılı eşarplarıyla bükülmüş melekler, gösterilerinin sonundaki müzik kutusu balerinleri gibi son nefeslerinin ritmiyle yavaşlıyordu...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder