14 Kasım 2021 Pazar

Kış Masalı / Mark Helprin

Kış Masalı

Kış Masalı

Kış Masalı’ndan…

Gözlerinin önündeki altuni renk, maviliğin içinde güçlenip kaynarken, sanki bir heykelmiş gibi caddede dikilip kaldı. Mükemmel bir yer gibi görünüyordu orası ve oraya gitmeye kararlıydı.

İlerlemeye başladı ama çok geçmeden caddenin tek parça bir demir kapıyla kapatılmış ve Battery’den ayrılmış olduğunu gördü.

Aynı yoldan geri dönüp başka bir yola yöneldi ama orada da tamı tamına aynı biçimde bir kapı buldu. Birçok caddeyi denedi ama hepsinde de o ağır demir kapıların hiçbiri açık değildi. At, cadde dolambacının içinde kapana kısılmışken, altuni renk, dünyanın yarısını kaplamış gibi yoğunlaştı. Denizi nasıl aşacağı hakkında hiçbir fikri yoktu ama o bomboş beyaz açıklığın, o öbür mükemmel dünyaya geçmenin yolu olduğu kesindi ve at, sanki orası için doğmuş gibi Battery’ye ulaşmak istiyordu. Çaresizlik içinde, Battery’ye çıkan yollar boyunca, caddelerde, karla kaplı yeşilliklerde ve bir gözünü yoğunlaşan altuni şafaktan ayırmadan, dörtnala koştu.

Battery’ye çıkan son cadde olduğunu düşündüğü yolda da basit bir sürgüyle kilitlenmiş bir demir kapı ile daha karşılaştı. Nefes nefese kalmıştı; kapının demir parmaklıkları arasından bakarken, yoğun nefesi yüzünü kapladı. Buraya kadardı: altuni bulutlara ulaşmak için, bir şekilde, oradan denizin mavi ve yeşil şeritlerine atlayacağı Battery’ye asla adım atamayacaktı. Sessizliğin içinde, kendi nefesi uzakta çatlayan dalgaların sesi gibi çıkarken, belki tekrar Brooklyn’e geçen köprüyü bulabileceğini düşünerek, tam da geri dönüp, geldiği yönden şehre doğru gitmeye niyetlendiği sırada, bir ayak sesi patırtısı duydu.

İlk başta sesler zayıftı. Ancak anbean kuvvetlenmeye başlayan seslerin yankısını, yerin hafifçe titremesinde hissetti. Sanki başka bir at daha koşuyordu. Fakat ses bir atın değil, aniden görüş alanına dalan adamların ayak sesleriydi. Kara demir kapının parmaklıkları arasından, adamların Battery’de koştuklarını gördü. Uzun adımlarla atlaya atlaya koşuyorlardı; çünkü rüzgârın sürüklediği kar, diz boylarına yükselmişti. Bütün güçleriyle koşuyorlardı ama hareketleri ağır çekim gibiydi.

Açıklığın ortasına ulaşmaları uzun zaman aldı ve oraya ulaştıklarında, en önde bir adam olduğunu ve belki bir düzineye yakın başkalarının da onun peşinden gittiğini gördü at. Peşinden koşulan adam nefes nefeseydi ama zaman zaman ileriye doğru kararlı ataklar yapıyordu. Bazen düşüyor, sonra tekrar ayağa fırlayıp kendini ileriye atıyordu. Takip edenler de arada düşüyorlardı ama çok daha yavaş ayağa kalkıyorlardı. Çok geçmeden kırık bir çizgi hâlinde dağıldılar. Arkadakiler kollarını sallayıp bağırırken, öndeki tamamen sessizdi ve kollarını kanat gibi açıp kar yığınlarından veya alçak birikintilerden atladığı anlar haricinde, koşusunda daha inatçıydı.

Öndeki adam yaklaştıkça, at onu sevmeye başladı. İyi koşuyordu; bir at veya rakkas veya müziği duyan biri gibi değildi elbette ama cesaretle koşuyordu. Seyrettiği manzaraya bakılırsa, yani sırf bu öndeki adamın hareketlerinden anlaşıldığı kadarıyla, olay kar üzerinde basit bir kovalamacadan öte bir şeydi. Mamafih, arkadakiler aradaki mesafeyi kapattılar.

Nasıl başardıklarını anlamak zordu; çünkü kovalayanların üzerinde kalın paltoların ve melon şapkaların ağırlığı varken, öndeki adamın başında bir atkı, sırtında kışlık bir ceket vardı sadece. Öndekinde kışlık botlar, arkadakilerde ise alçak ökçeli gündelik ayakkabılar vardı ki ayaklarını uyuşturan kar, içlerine dolmuş olmalıydı. Ama demek ki öndeki kadar hızlı veya ondan daha hızlı koşuyorlardı. Görünüşe göre nasıl kovalayacaklarını biliyorlardı ve bu konuda talimliydiler...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder