16 Kasım 2021 Salı

İnci Sokağı / Trevanian

İnci Sokağı

İnci Sokağı

İnci Sokağı’ndan…

Albany'ye kadar olan yolculuk boyunca eniştem, bu işin kendisine hem vakit hem de para kaybettirdiğini söyleyip habire homur-danmıştı. Sonra babamı da bize verilen adreste bulamayınca, alelacele eşyalarımızı kamyondan indirmiş, karanlık basmadan geri dönmek zorunda olduğunu, bu eski kamyonun farlarına hiç güvenmediğini söyleyip bizi orada öylece bırakıvermişti.

Telaşla kaçmaya çalışırken yolcu tarafındaki kapıyı kapatmayı bile unutmuş, giderken kapı savrulmaya başlamıştı. Uzanıp kapıyı kapamaya çalışırken bir yandan da firene bastığı için kapı çarpıp elini yaralamıştı. Bir küfür savurarak gazı köklemiş, bu Tanrı'nın cezası yerden bir an önce kurtulmaya çalışmış, ama bu sefer de motoru stop etmiş, arkasındaki arabadan sinirli korna sesleri yükselmişti. Eniştem bu sefer pencereden arkaya doğru küfredip korna çalan adama cehennemin dibine gitmesini haykırmış, motoru tekrar çalıştırmış, yumruğunu direksiyona vura vura uzaklaşmıştı. Karısının asalak kuzininden de, lanet olası çocuklarından da kurtulduğuna memnundu!

Annemle ikimiz bakıştık, gülümsemekten kendimizi alamadık.

Babamın mektubu, apartmanın merdivenlerinde kendisini beklememizi söylüyordu. Bize büyük bir sürprizi vardı. Ama annem artık burada bu kadar uzun süre oturmaktan da, çevre sakinlerinin pencerelerden ve balkonlardan bize bakıp durmasından da sıkılmıştı. Ayağa kalktı. Babamı aramak üzere içeriye girmek niyetindeydi. Hemen annemin bileğine sarıldım. Bütün çocuklar gibi ben de sürprizlere bayılırdım. Annemin bu seferki sürprizi mahvetmesini istemiyordum. Biraz daha beklesek ne olurdu ki!

Mahalle çocuklarının ileride oluşturdukları kümeden kopan iki çocuk, bizim oturduğumuz yerin önünden geçti, geçerken koli kutularımıza, eski mobilyalarımıza küçümseyen bakışlarla baktılar, ardından da gözlerini ağır ağır benim üzerimden kaydırdılar. Kısa 9 pantolonumla diz boyu çoraplarım, golf pantolonu giymiş bu çocukların gözünde beni gülünç duruma düşürüyordu, bunun farkındaydım. Erkek çocukların ilk karşılaştıklarında, bir anlamda birbirlerini koklayıp durduklarını, hakimiyet kurma amacıyla ölçüp biçtiklerini okuldan biliyordum. İki çocuktan nispeten ufak tefek olanı, benden bir yaş kadar büyüktü. Beni süzerken için için, yeni gelen çocuk acaba esaslı bir erkek mi, yoksa hanım evlâdı mı, diye merak ettiğinin farkındaydım.

Acaba okul bahçesindeki tuzaklara karşı savaşacak, kavga edecek biri miydim, yoksa hemen öğretmenlere mi koşacaktım? Önümden geçerken gözlerimi ondan ayırmadım, ama bakışlarıma yumuşak ve yorgun bir ifade verdim. Sert baksam, meydan okuyor olurdum, gözlerimi kaçırsam, o da teslim olmak anlamına gelirdi. Erkek çocuklar, köpek sürülerine özgü bu içgüdülerle doğarlardı. Çocuklar önümüzden geçtikten sonra, bir tanesi karşı kaldırıma yöneldi, oradaki bir apartmanın merdiveninde oturan yamyassı, kemiksiz kadına bir şeyler söyledi. Besbelli kadın onun annesiydi. Kadının çocuğa bizi sorduğunu görüyordum. Özellikle de annemi.

Annem öbür çocukların solgun pelte suratlı anneleri gibi değildi. Benim annem gençti, incecikti, kısa, kabarık saçları vardı. Dans etmesini, koşmasını, oyunlar oynamasını bilirdi. Pantolon giyerdi -hem de pek az kadının pantolon giydiği bir çağda. Çocuk annesine ne dedi bilemiyordum, ama annesi hem rekabetçi hem de önemsemez bir ifadeyle burnunu havaya kaldırdı, konuyu kapatmış gibi davrandı.

Anneme bu tür tepkiler gösterilmesine alışıktım, ama yine de bu konuda duyarlılıktan kurtulmuş değildim. Annemin diğer annelere benzemesini aslında tabii ki istemiyordum. Onun gençliğinden, güzelliğinden, bağımsızlığından gurur duyuyordum. Ama bazen de, keşke göze daha az çarpacak biçimde farklı olsaydı diyordum, çünkü insanın farklı bir annesi olması kolay şey değildi...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder