26 Kasım 2021 Cuma

Hannibal Doğuyor / Thomas Harris

Hannibal Doğuyor

Hannibal Doğuyor

Hannibal Doğuyor’dan…

Şatoda, makineli tüfekli bir manga askerle, onlara bıraktıkları telsiz kalmıştı. Berndt hava kararana kadar eski kuledeki tuvalette bekledi. Avluda bıraktıkları nöbetçi dışındaki Küçük Alman birliği hep birlikte mutfakta yemek yiyordu. Mutfak dolaplarından birinde biraz içki bulmuşlardı. Berndt, taş basamakların gıcırdamamasına şükrederek aşağı indi.

Telsiz odasına baktı. Telsizi Madam’ın şifoniyerine koymuş, parfüm şişelerini yere atmışlardı. Berndt o manzaraya baktı. Ernst’in mutfak bahçesindeki ölüsünü, Aşçı’nın son nefesinde Grutas’ın suratına tükürüşünü hatırladı. Odasına izinsiz girdi diye Madam’dan özür dilemesi gerekirmiş gibi hissediyordu. Botlarını eline alıp telsizle jeneratörünü de sırtladı ve servis merdiveninden aşağı indi. Bu ikisi yirmi kilodan ağırdı. Berndt ikisini sırtında ormana kadar taşıdı ve oraya sakladı. Atı alamadığı için üzgündü.

Hava kararmış, av köşkünün boyalı kütüklerinden ateşin ışığı görünmeye başlamıştı. Ailenin başına toplandığı ateş, kurutulmuş hayvanların tozlu gözlerinde yansıyordu. Hayvan kafaları eskiydi; kuşaklar boyu üst katın tırabzanlarından sarkan çocuklar, çeşitli yerlerini kel bırakmıştı.

Dadı ile Mischa’nın bakır banyo küveti ateşin öbür yanındaydı. Kadın ısıyı ayarlamak için çaydanlıktan su ekledi ve suyu köpürtüp Mischa’yı küvete soktu. Çocuk neşeyle köpüklerin arasına daldı. Dadı ateşin yanında ısınsın diye havluları getirdi. Hannibal, Micsha’nın minik bileziğini çıkarıp köpüklere batırdı ve bilezikten sabun baloncukları üflemeye başladı. Köpükler, ateşte patlamadan önce bütün aydınlık yüzleri yansıtıyordu. Mischa hem köpükleri yakalamaya çalışıyor, hem de bileziğini geri istiyordu. Bilezik yemden koluna takılana da kadar yatışmadı.

Hannibal’ın annesi küçük piyanoda barok bir kontrpuan çalıyordu.

Hafif müzik, gece olunca pencerelere gerilen battaniyeler ve ormanın kara kanatları etraflarını kuşatmıştı. Berndt yorgun bir şekilde eve vardı ve müzik sustu. Berndt’i dinlerken Kont Lecter’ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Hannibal’ın annesi Berndt’in elini tutup okşadı.

Almanlar Litvanya’yı Ostland gibi işgal ettikçe, küçük bir Alman kolonisi oluşmaya başlamıştı, daha aşağı Slav türleri tasfiye edildikçe bunların yerini Aryanlar alacaktı. Yollarda Alman yürüyüş kolları, demiryollarında doğuya cephane taşıyan Alman trenleri vardı.

Rus bombardıman uçakları yürüyen birlikleri bombalıyor, saldırıyordu. Rusya’dan kalkan koca Ilyushin bombardıman uçakları, trenlerden ateş açan uçaksavarlara rağmen birlikleri vuruyordu.

Kara kuğular rahatça uçabilecekleri kadar yükselmişti, şafak vakti üstlerinden geçen uçakların gürültüsüne aldırmadan kademeli bir şekilde uçan dört kara kuğu, boyunlarını ileri uzatmış, güneye doğru gitmeye çalışıyordu.

Bir uçaksavar ateşi açıldı ve başta giden kuğu vücudunun ortasından vurulup yeryüzüne doğru düşmeye başladı. Öteki kuşlar havada dönerek kanat çırpıyor, büyük daireler çizerek alçalıyordu. Yaralı kuğu açık bir alana külçe gibi düştü ve öylece kaldı. Kuğunun dişisi yanına konup, gagasıyla onu dürttü, badi badi yürüyüp acıklı sesler çıkararak etrafında dolanmaya başladı.

Erkek kuğu kıpırdamıyordu. Yakında bir top mermisi patladı ve çayırın kenarında, ağaçların arasında hareket halinde olan Rus piyadeleri göründü. Bir Alman Panzer’i önündeki hendeği aşıp çayırın karşısına geldi ve koaksiyal taretinden ağaçlara doğru art arda ateş etmeye başladı. Dişi kuğu kanatlarını açıp, eşinin üstüne kapandı, tankın motoru da çılgınca atan kalbi gibi ses çıkarıyordu. Dişi kuğu eşinin üstüne kanat germiş halde, tıslayarak, kanatlarıyla tankı döverek direnirken tank, paletlerinin altında ezilen etlerin ve tüylerin farkına bile varmadan iki kuğunun üzerinden geçti...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder