25 Kasım 2021 Perşembe

Alacakaranlıkta / Thomas Mann

Alacakaranlıkta

 Alacakaranlıkta

Alacakaranlıkta’dan…

Bay Klöterjahn “Öksürme Gabriele!” diyordu, “Dr. Hinzepeter’in sana öksürmeyi yasak ettiğini biliyorsun, sevgilim. Biraz kendini tut meleğim. Dediğim gibi, hastalığın yalnızca soluk borusun­da. İlk hastalandığın zaman ciğerlerinde bir şey var sanmış, Tanrı bilir ya çok korkmuştum. Ama ciğerde değil, hayır, asla değil, buna razı olamayız değil mi, Gabriele? Ha.. Ha.. Ha..!”

Dr. Leander “Kuşkusuz,” diyerek gözlüğünün altından Klöterjahn’a baktı. Biraz sonra Bay Klöterjahn iki kahveyle bir sandviç istedi. “K”ları genzinden söylüyor, sandviç derken de insanın iştahını kabartıyordu.

İstediğini getirdiler, odalarını da hazırladılar ve onları yerleştirdiler. Hastanın sağaltımını Dr. Leander üstlendi. Dr. Müller’i bu işe karıştırmadı.

Yeni hasta, Einfried’de olağanüstü bir ilgi uyandırdı. Bu türlü başarılara alışık olan Bay Klöterjahn, karısına karşı gösterilen sevgi ve saygıyı hoşnutlukla karşıladı. Şeker hastası general Bayan Klöterjahn’ı ilk gördüğü zaman mırıldanmasını bir an kesti, kuru yüzlü beyler de genç kadın yan­larına geldiği zaman gülümseyerek bacaklarına egemen olmaya çalıştılar.

Kent meclisi üyesinin eşi Bayan Spatz da, yaşlı bir dost olarak hemen onunla arkadaşlığa başladı. Evet, Bay Klöterjahn’ın adını taşıyan kadının belli bir etkisi vardı! Birkaç haftadır Einfried’de vakit geçiren, adı değerli bir taş adına benzeyen yazarın da, Bayan Klöterjahn yanından geçtiği zaman rengi değişti; durdu, genç kadın çoktan uzaklaştığı, gözden yittiği halde ol­duğu yere mıhlandı kaldı.

Daha iki gün geçmeden sanatoryumdakilerin hepsi Bayan Klöterjahn’ın öyküsünü biliyordu. Bremenli olduğu, konuşurken kimi heceleri tatlı tatlı ezmesinden anlaşılıyordu. İki yıl önce tüccar Klöterjahn ile evlenmiş ve Baltık kıyısına, kocası­nın doğduğu kente gitmişti. Orada, bundan on ay önce, olağanüstü güç ve tehlikeli koşullar altında şaşılacak kadar canlı, gürbüz bir oğlan, bir mirasçı doğurmuştu.

Bu güç, tehlikeli doğum onu zayıf düşürmüş, genç kadın bir daha da kendini top­layamamıştı. Aslında daha önceden de pek güçlü değildi öyle. Lohusa yatağından kalktığında çok yorgun ve bitkindi, öksürürken biraz kan gelmiş­ti; çok değildi, üzerinde durulmayacak kadar az bir şeydi; ama hiç gelmeseydi daha iyi olurdu elbette. İnsanı düşündüren, bu önemsiz olayın az sonra yinelenmesiydi. Neyse ki sağaltımı vardı.

Aile doktoru Hinzepeter sağaltıma başladı. Genç kadın tam olarak dinlenmeye alındı; buz parça­ları yutturuldu; öksürük gıcıklarına karşı morfin yapıldı ve elden geldiğince kalbi yatıştırıldı. Ama hasta bir türlü iyileşemiyordu. Olağanüstü bir çocuk olan küçük Anton Klöterjahn, hiçbir şeye aldırmadan, sonsuz bir enerjiyle yaşamdaki yerini alırken, genç anne tatlı, sessiz bir ateş içinde erir gibiydi. Dediğimiz gibi hastalık soluk borusundaydı.

Soluk borusu sözcüğü, Dr. Hinzepeter’in ağzında dinleyenleri yatıştıran, sanki insana yürek rahatlığı veren bir sözdü. Ama ciğerlerde bir şey olmadığı halde, doktor daha yumuşak bir iklimde, bir sanatoryumda dinlenmenin hastalığın sa­ğaltımını hızlandırmak bakımından daha doğru olacağını duyumsamış, bundan ötesini de Einfried Sanatoryumunun ve doktorunun ünü tamam­lamıştı.

Buraya gelişlerinin öyküsü buydu işte, merak edip soranlara Bay Klöterjahn bu öyküyü kendisi anlatıyordu. Kazancı da, midesi de sağlam olan bir adam gibi, yüksek sesli, patavatsızca, keyif­li bir konuşması vardı; kuzey kıyısı yerlileri gibi dudaklarını büzüp sözcükleri uzatıyor, ama yine de çabuk konuşuyordu. Kimi sözcükleri, sesler tabancadan çıkmış gibi fırlatıyor ve buna, yaman bir şaka yapmış gibi gülüyordu...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder