25 Kasım 2020 Çarşamba

Ölü Erkek Kuşlar / İnci Aral

 


Ölü Erkek Kuşlar'dan...

Gök aydınlık, parlak koyu mavi. Ayın altında, uzakta, zeytinliklerle kaplı tepelerin inişli çıkışlı yumuşak eğimleri belli belirsiz ince çizgilerle ayrılıyor bu mavilikten.

Anılarla bağlıyım buraya. Kumsala çekilmiş kayıklardan balık aldığım yaz günlerini, çayın kıyısında söğütler ve böğürtlenler arasından geçen toprak yoldaki sabah koşularımızı, suyun denize kavuştuğu yerdeki bir köprünün üstünde esrik, şarkılar söylediğim bir geceyi anımsıyorum şimdi.

Çağrılılar az sonra gelmeye başlarlar. Büyük aşklar yaşamış olanlar, aşka inanmayanlar, inanıp da kimseyi sevilmeye değer bulmayanlar, sevip pişman olmuşlar, sevmeyi bekleyenler, iş işten geçmişler, gel geç ilişkilerle idare etmeye çalışanlar, durmuş oturmuşlar-oturamamışlar, uslanmışlar-uslanmamışlar, duyuları körelmişler, tövbekarlar, modası geçmişler, dağıtmışlar, bileklerini jiletlemişler, değişik seçenekler arayanlar, boşvermişler. Bu gece hepsi gelecekler. Gelmeliler. Son on yılın en büyük aşk faciası karanlıklardan çıkıp gözler önüne serilecek bu gece, bu sinemada...

Sinemanın ağır demir kapısında paslı bir zincirin ucunda sallanan kocaman asma kilidi yokluyorum. Kilitli. Açık olmalıydı oysa. Neyse, önemli değil.

Hazırlıklıyım. Cebimden maymuncuk, ince uçlu bir tornavida ve eğe çıkarıyorum.

Kilidi açmam uzun sürmüyor. Ne de olsa deneyimliyim.

İçeriye giriyorum. Ay ışığında el yordamıyla daracık tahta merdiveni çıkıp makine odasına dalıyorum. Duvarları yoklayarak elektrik düğmesini buluyor ve bütün ışıkları yakıyorum.

İnce bir toz tabakası kaplamış her yanı. Ama yalnızca geçen zamanı

belirlemek açısından önemli olabilir bu şimdi. Zaman tozdur çünkü, kirdir, nemdir, eskimişliktir, yenilgidir. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım koruyamayız kendimizi ve nesneleri ondan. Boşuna o tozbezleri, fırçalar, paspaslar, cilalar, saç boyaları, kozmetikler.

Kasetçaların üzerindeki tozu elimle sıyırıyorum, oracıkta gözüme ilişen ilk kaseti sürüyorum içine. Bezen Göksu söylüyor. Ses düğmesini sonuna dek açıyorum. Değer mi hiç? Değer mi, değer mi söyle? diye bağırıyor ses büyütücüler. Canlanıyor birden bahçe.

İmbat Limited Şirketinin kola kamyonu geliyor önce.

Ardından Minderci Şükrü.

İşsiz güçsüz takımından bir kaç kopuk.

Kış kahvesinde pişti oynarken yaygarayı duyup koşan Makinist Raşit...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder