8 Ağustos 2018 Çarşamba

De Profundis / Oscar Wilde

De Profundis

De Profundis'ten...

Dört-beş gün sonra iyileştin, ben de oyunumu tamamlamak üzere bir daire tuttum. Sen de tabii peşimden geldin. Yerleştiğimiz günün ertesi sabahı hastalandım. Senin iş için Londra’ya gitmen gerekiyordu ama öğleden sonra döneceğine söz verdin. Londra’da bir arkadaşınla karşılaştın ve ancak ertesi gün geç saatte Brighton’a döndün; bu arada ben korkunç nöbetler geçiriyordum, doktor senden grip bulaştığını söyledi.
Tuttuğum ev, hasta bir insan için olabilecek en rahatsız yerdi. Oturma odam birinci katta, yatak odam üçüncü kattaydı. Bir hizmetkâr, dışarıya haber götürebilecek, doktorun söylediklerini alabilecek biri bile yoktu. Ama sen gelmiştin. Telaşa kapılmadım. Bunu izleyen iki gün boyunca beni tümüyle yalnız, bakımsız, ilgisiz, hiçbir şeysiz bıraktın. Mesele üzümler, çiçekler, hoş armağanlar meselesi değildi; yalnızca ihtiyaçlar meselesiydi; doktorun içmemi öğütlediği sütü bile aldıramadım; limonata içmem bile olası değildi; senden kitapçıya gidip istediğim bir kitabı almanı, onu bulamazsan başka herhangi bir kitap seçmeni rica ettiğimde ise oraya gitme zahmetine bile katlanmadın.
Sonuç olarak bütün günü okuyacak bir şeyim olmadan geçirdiğimde, istifini bozmadan, kitabı satın aldığını, göndereceklerine söz verdiklerini söyledin; bunun baştan sona yalan olduğunu ise daha sonra rastlantıyla öğrendim. Bu süre boyunca –tabii giderler bana ait olmak üzere– geziyor, Grand Hotel’de yemek yiyor, odama ancak para istemek üzere geliyordun. Cumartesi gecesi yemekten sonra gelip biraz yanımda oturmanı istedim; sabahtan beri yapayalnızdım. Sinirli bir ses tonu ve incelikten uzak hareketlerle gelmeye söz verdin. On bire kadar bekledim, ortada görünmedin. Bunun üzerine odana bir not bırakıp bana verdiğin sözü ve tutmadığını hatırlattım.
Sabaha karşı saat üçte, uyku tutmadığından, susuzluktan perişan bir halde, biraz su bulurum umuduyla, karanlık ve soğukta oturma odasına indim. Seni buldum orada. Taşkın bir mizacın, disiplinsiz ve eğitimsiz bir kişiliğin düşündürebileceği her tür çirkin sözle üzerime çullandın. Bencilliğin korkunç simyasıyla vicdan azabını öfkeye dönüştürdün. Hastayken senin yanımda olmanı beklediğim için bencillikle suçladın beni; seninle eğlencelerinin arasına girmekle suçladın; seni zevklerinden yoksun etmeye çalışmakla suçladın.
Gece yarısı yalnızca giysilerini değiştirmek üzere eve uğradığını (doğru olduğunu biliyorum), sonra yeni eğlenceler bulma umuduyla çıkacağını; ama bütün gün ve gece boyunca beni ihmal ettiğini hatırlatan bir mektup bırakmakla sende daha çok eğlenme hevesi bırakmadığımı, hatta yeni zevkler konusundaki yeteneğini azalttığımı söyledin.
Bezgin bir halde yukarıya çıktım ve şafak sökünceye kadar gözümü kırpmadım; şafak söktükten sonra çok uzun bir süre de, ateşin verdiği susuzluğu dindirecek bir şey bulamadım. Saat on birde odama geldin. Bir önceki olayda, mektubumla hiç değilse olağandan da fazla aşırıya kaçacağın bir gecede seni durdurduğumu düşünmeden edememiştim.
Sabah, oldukça ayıktın. Doğal olarak, ileri süreceğin özürleri bekledim; ne yaparsan yap, mutlaka seni beklediğini çok iyi bildiğin bağışlamayı rica etmeni bekledim; seni her zaman bağışlayacağıma duyduğun mutlak güven, sende her zaman en çok hoşuma giden şey olmuştur gerçekten, belki de sende hoşlanılacak en iyi şey buydu. Ama sen af dilemek bir yana, daha güçlü, daha şiddetli biçimde bir gece öncesini yinelemeye başladın.
En sonunda sana odadan çıkmanı söyledim; çıkarmış gibi yaptın ama başımı gömdüğüm yastıktan kaldırdığımda hâlâ oradaydın, acımasız kahkahalar ve isterik bir öfkeyle birdenbire bana doğru gelmeye başladın. Beni bir dehşet duygusu kapladı, tam nedenini bilemiyordum; hemen yataktan fırladım, yalınayak, olduğum gibi, iki kat merdiveni inip oturma odasına girdim; zille çağırdığım ev sahibi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder