9 Ağustos 2018 Perşembe

Dorian Gray’in Portresi / Oscar Wilde

Dorian Gray'in Portresi

Dorian Gray'in Portresi...

Ressam, şaşkınlığı geçtiği zaman soğuk soğuk, “Sonunda yaptığım resmin değerini bilmene sevindim, Dorian,” dedi. “Hiç bilmeyeceksin sanmıştım.”
“Değerini bilmek mi? Ben bu resme vurgunum, Basil. Benim varlığımın bir parçası bu. Öyle geliyor bana.”
“Peki öyleyse, boyalarım kurur kurumaz üstüne bir cila geçeceğim, sonra çerçeveleyip evine yollayacağım. O zaman istediğini yaparsın kendine.” Böyle diyen ressam kapıya doğru yürüdü, çay istemek için çıngırağı çaldı. “Çaya kalacaksın, değil mi, Dorian? Sen de kalır mısın, Harry? Yoksa böyle küçük keyiflere karşı mı çıkarsın?”
“Küçük keyiflere bayılırım ben,” dedi Lord Henry. “Karmaşık ruhların son sığınağıdır onlar. Yalnız ben, sahne dışında oynanan tiyatro sahnelerini sevmem. Ne gülünç çocuklarsınız, ikiniz de! İnsana mantıklı hayvan, tanımını yakıştıran kimdi acaba? Dünyanın en zamansız aceleyle yakıştırılmış tanımı bu. İnsanoğlu şöyle ya da böyle olabilir, gelgelelim mantıklı değildir. Olmadığına da seviniyorum aslında; gene de bu resmin başında çekişmenizi istemiyorum. Basil, en iyisi sen bana ver şunu. Bu sersem portreyi istemiyor aslında, oysa ben gerçekten istiyorum.”
Dorian Gray, “Basil, bunu benden başkasına verirsen seni dünyada affetmem!” diye bağırdı. “Kimsenin bana, sersem demesine de izin vermem!”
“Bu resim senin, Dorian, biliyorsun. Daha ortada yokken verdim onu sana.”
“Biraz saçma davrandığınızı da biliyorsunuz Mr. Gray. Çok genç olduğunuzun vurgulanmasına da itirazınız yok aslında.”
“Bu sabah olsa şiddetle itiraz ederdim, Lord Henry.”
“Ha! Bu sabah! O zamandan beri bir ömür yaşadınız.”
Kapıya vuruldu, uşak elinde dolu bir çay tepsisiyle içeri girdi, tepsiyi ufak bir Japon masasının üstüne bıraktı. Bir fincan, tabak şıngırtısı oldu, oluklu antika çaydanlığın ıslığı duyuldu. Genç bir uşak yamağı iki porselen tabak getirdi. Üzerlerinde yarımküre biçiminde kapaklar vardı. Dorian tepsinin başına geçerek çayları koydu. İki erkek tembel adımlarla masaya yaklaşarak kapakların altında neler olduğuna baktılar.
Lord Henry, “Tiyatroya gidelim bu gece,” dedi. “Bir yerlerde bir şeyler vardır elbet. White’ta akşam yemeği sözüm var çok eski bir dostumla. Hasta olduğumu ya da bir işim çıktığını söylerim. Böyle bir özür ileri sürmek çok hoş olur, bence: Açıksözlülüğün sürprizini yaratır.”
Hallward, “Resmi kılık giymek öyle can sıkıcı ki!” diye söylendi. “Giyince üstte de öyle kötü duruyor ki.”
Lord Henry dalgın dalgın, “Evet,” diye yanıtladı. “On dokuzuncu yüzyılın kılığı gerçekten iğrenç. Öylesine iç karartıcı, öyle karamsar ki! Bugünün yaşantısına renk katan tek şey olarak günah kaldı.”
“Harry, Dorian’ın önünde böyle konuşmamalısın, sahi söylüyorum.”
“Hangi Dorian’ın önünde? Çaylarımızı koyan mı, yoksa portredeki mi?”
“Her ikisi de.”
Delikanlı, “Ben sizinle tiyatroya gelmek istiyorum, Lord Henry,” dedi.
“Gel öyleyse. Sen de gelirsin değil mi, Basil?”
“İnan, gelemem. Canım da istemiyor. Çok işim var.”
“Peki öyleyse. Siz ve ben baş başa gidiyoruz, Mr. Gray.”
“Öyle sevinirim ki!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder