26 Mart 2022 Cumartesi

Kelebek / Henri Charriere

KelebekKelebek

Kelebek’ten…

Oraya varır varmaz doğru müdürün odasına götürüldük, imparatorluk çağındaki çalışma masalarının eşi, bir metre yükseklikteki bir kürsünün ardına tünemişti.

— Hazırool! Müdür sizlerle konuşacak.

— Mahkumlar, Güyan'a gitmeden önce bir süre burada tutulacaksınız. Burası, ağır hapis cezasına çarptırılanların yattığı bir yerdir. Bir saniye bile konuşmak yok, ziyaret ve mektup da yok. Ya boyun eğersiniz, ya biçerim hepinizi. Bunlardan biri Güyan'a giden kapıdır, diğeri de mezarlığa giden. Uygunsuz davranışınız görülürse; en ufak suç katıksız ekmek ve suyla altmış gün hücre cezasına çarptırılır. Kimse, üst üste iki hücre cezasına dayanamamıştır. Anlayana sivrisinek saz!

İspanya'ya kaçıp oradan Fransa'ya iade edilen Delifişek Pierrotra'ya döndü:

— Ne iş yapardınız?

— Boğa güreşçisiyim müdür bey.

Cevaba sinirlenen müdür haykırdı:

— Askerce götürün şu herifi!

Göz açıp kapayana dek, boğa güreşçisi yere yuvarlandı, dört - beş gardiyan tarafından coplandı ve bizden hızla uzaklaştırıldı. “... alayı, bir kişinin üstüne beş kişi saldırıyorsunuz, üstelik elinizde cop da var, itoğlu itler”, diye haykırdığı duyuldu, ölümcül yara alan hayvanın hırıltısını andıran bir “Ah!” sesi işitildi, sonra ortalığa büyük bir sessizlik çöktü. Yalnız yerde sürüklenen bir şeyin betona sürtündükçe çıkardığı hışırtı geliyordu kulağımıza.

Bu olaydan da ders almayan, hiç bir şeyden ders alamaz demektir. Dega yanımda, pantolonuma dokunmak için parmağını, tek parmağını hafifçe oynatıyor. Ne demek istediğini anlıyorum : “Güyan'a sağlam varmak istiyorsan ayağını tetik bas.” On dakika sonra, yeraltında iğrenç bir hücreye atılan Delifişek Pierrot'nun dışında hepimiz, cezaevinin disiplin bölümüne yerleştirildik.

Talih, Dega'yı benim yanımdaki hücreye düşürdü. Daha önce de, boyu bir doksanın üstünde, tek gözlü, elinde sığır sinirinden kırbacıyla kızıl saçlı bir devle tanıştırıldık. Bu adam, gardiyanların emrinde çalışan ve mahkûmlara işkence eden bir tutukluydu. Mahkûmların da en büyük korkusuydu. Gardiyanlar, onun sayesinde yorulmadan istedikleri adamı kırbaçlatıyor, sopa attırıyor, öte yandan, ölen olursa cezaevi yönetmeliğine en ufak bir sorumluluk yüklenemiyordu.

Sonradan, revirde kaldığım kısa süre içinde, bu hayvanlaşan insanın hikâyesini öğrendim. Cellâdını bu kadar iyi seçmesini bilen cezaevi müdürünü de, arada kutlayalım. Söz konusu herif taşocağı işçisiydi. Günün birinde, yaşadığı Fransa'nın kuzeyindeki küçük şehirde, karısıyla birlikte kendini öldürmeye karar verdi. Bu iş için de, oldukça iri bir dinamit lokumu kullandı. Altı katlı binanın ikinci katında, karısının yanına uzandı. Kadın uyuyordu. Sigarasını yaktı, bununla, kendi başıyla karısının başı arasında, sol avucunda tuttuğu fitili ateşe verdi. Müthiş bir patlama oldu. Sonuç: Karısı öylesine küçük parçalara ayrılmıştı ki, bu parçaları kaşık kaşık toplamak gerekti. Binanın bir bölümü yıkıldı, üç küçük çocukla yetmiş yaşlarında bir kadın, yıkıntılar altında kalarak can verdiler. Geri kalanlar da ağır ya da hafif yaralar aldı.

Tribouillard adındaki bizim canavara gelince, küçük parmağıyla başparmağının yarısı dışında sol elinin büyük bir bölümünü, sol gözüyle sol kulağını yitirdi. Başından da, kafatasının delinip beyin ameliyatı geçirmesini gerektirecek kadar ağır bir yara aldı. Mahkûm oluşundan bu yana da, cezaevinin disiplin bölümündeki hücrelere bakıyordu. Bu yarı deli, yetki alanı içindeki bölgeye düşen zavallılara dilediğini yapıyordu...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder