26 Ekim 2021 Salı

Dünya Batıyor / Robert A. Heinlein

Dünya Batıyor

Dünya Batıyor

Dünya Batıyor’dan…

Odanın bir köşesine eski bir paravana konmuştu. Paravananın arkasında da çatlak bir lavabo vardı. Russel musluğu açtı, fakat su olmadığını görünce sinirlendi. Çevresine bakındı. Her taraf ince toz tabakasıyla kaplıydı. Böylesine pis ve tozlu bir yere nasıl gelebildiğini bir kere daha düşündü. Sonra eski telefona uzandı ve ahizeyi kaldırdı.

— Alo! Kimse yok mu? AIooo! Hay Allah kahretsin.

Telefona cevap veren yoktu. Telefon tellerinin kopmuş olduğunu fark etti. Hırsla telefonu savurdu. Telefonun çarptığı duvarın sıvaları dökülünce odayı toz bulutu kapladı.

— Hay Allah kahretsin!, diye söylendi.

Yine çevresine bakındı. Etrafın tozla kaplı olmasına bir türlü aklı ermiyordu.

Söylendi.

— Bir haftadır sarhoş değilim ya! Olsa olsa iki gün...

Ayağının burnu ile şişelerden birine dokundu. Bütün gayreti ile düşünüyor, hatırlamaya çalışıyordu. Oldukça fazla içtiği boş şişelerden belliydi. Otuz yaşını ve ordudaki on yılını kutlamıştı. Sağlığı yerindeydi. İçkiden ötürü sızmış olduğunu kabul ediyordu, ama sarhoşluğunun bir hafta sürmesini kabul edemiyordu. En çok iki gün sızıp kalabilirdi, çünkü, evvelce de içmiş, sarhoşluğu iki günden fazla sürmemişti.

Görev başında bulunmaması garipti. Yokluğunu muhakkak fark etmişlerdi. Yine başının belâya gireceğini düşününce yüzünü buruşturdu.

Giyinmek için elbisesini aradı, fakat pantolonundan başka bir şey bulamadı. Öfkesi gittikçe artıyordu. Yorganın altına baktı, eğilip karyolanın altına baktığı zaman başı fıldır fıldır döndü. Küfür ederek doğruldu. Buruşuk pantolonunu giydi, boş cüzdanına bir tekme savurdu. Uyurken soyup sovana çevirmişlerdi. Ettiği küfürlerin ardı arkası kesilmiyordu. Öfkesinden eline geçeni parçalayacak duruma gelmişti.

Koridora çıktı ve merdiven başına doğru yürüdü. Çıplak ayakları tozlu kilime her dokunuşunda hayava bir toz bulutu yükseliyordu. Yarı karanlık merdiven başına geldiği zaman odalardan birinin açık kapısını gördü. İstemediği halde odaya bir göz attı. Tam geçmek üzereyken durdu, tekrar baktı.

Kadın çırılçıplak, sırtını kapıya dönmüş yatıyordu...

Etrafta çıt yoktu. Merdivenlere bir göz attı, sonra ani bir kararla odaya daldı. Bu odanın da kendi odasından farkı yoktu. Her yer ince toz tabakasıyla kaplıydı. Üstelik odada leş gibi bir koku vardı. Savaş yıllarından alışık olduğu için koku kendisine yabancı değildi. Bu koku, çürümeye yüz tutmuş cesedin kokusuydu.

Kadının elbisesi etrafa saçılmıştı. Çantasının ağzı açık, bir köşeye atılmıştı. Eski bir valiz bıçakla lime lime doğranmış, içindekiler darmadağın edilmişti.

Gary Russel, bakışlarını odada bir daha dolaştırarak yataktaki çıplak kadına döndü.

Kadın kırkına yakındı. Çirkin veya güzel olduğunu söylemek imkânsızdı. Böylesine pis bir otele gelebilen kadın ancak orospu olabilirdi. Kemikli sırtında yara izleri, çürükler vardı. Küpeleri, kulak memeleri parçalanarak çıkarıldığı için boynuna doğru sızan kan şeritleri görülüyordu. Gary, iğrenç kokuya aldırmadan yatağa yaklaştı. Kadının sırtı dönük olduğu için göğsüne, sapına kadar saplanmış bıçağı daha önce görememişti.

Gary birkaç saniye tereddütle durduktan sonra dışarı fırladı ve merdivenleri ikişer ikişer atlayarak indi. Alt katlar ve zemin kat da üst katlar gibi bomboştu. Müracaat bürosu da toz içindeydi...

LİNK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder