19 Aralık 2020 Cumartesi

Ateşi Çalmak 1 / Galina Serebryakova

 


Ateşi Çalmak 1'den...

Devrim yıllarında olduğu gibi imparatorluk döneminde de devlet görevlilerinin hem işlerinin niteliği, hem de görev yaptıkları ve yaşadıkları yerler sık sık değişirdi.

Bouvier-Dumolard’ın da epey uzun bir hizmet çizelgesi vardı. İmparator, çulsuz bir asilzade olan memurunun diplomasi bilgisine, yabancı dil hakimiyetine büyük değer veriyor ve onu yeni ele geçirdiği topraklarda önemli görevlere atıyordu. Bouvier-Dumolard, imparatorluk rejiminin pürüzlerini gidermede becerikliydi; bu nedenle de Venedik, Raguza, Koburg soyluları kendisini eşitleriymiş gibi benimsemekten hiç çekinmiyorlardı.

Bouvier’nin ailesi, devrim öncesi Fransa’nın önemli, soylu ailelerinden biriydi; ne var ki, 1789 yılında tam bir yıkıma uğramıştı.

Jerome, Dumolard’ın Napoléon subayı olduğu cesur yöneticilik dönemlerini de hatırlıyordu. Tarn ve Garonne’nun yöneticisi olan Dumolard’a, kendi elleriyle vermişti imparatorun mührünü taşıyan zarfı. O mektupta Bouvier’ye, Baron unvanı verildiği bildirilmekteydi.

3

Avcılar, tüccar Broché’nin “Bolluk Villası”nın geniş avlusunu henüz terk etmişlerdi ki, Jerome da alaca atına atlayıp Lyon yolunu tuttu; malikanenin bulunduğu yere 23 mil uzaktaydı Lyon.

İnsanı alabildiğine uyaran, açık, pırıl pırıl bir Ekim günüydü. Rhône ırmağı boyunca uzanıyordu yol; ırmağın açık külrengi suları da bu sabah hava gibi aydınlık, ışıl ışıldı. Yol kıyısındaki akçaağaçlarla kestanelerden kocaman ve rengarenk yapraklar hüzünle yere dökülüyordu. Jerome, biraz yaprak toplayıp atının koşumlarını süsledi. İhtiyar Korsikalı, hayalinde, neredeyse 30 yıldır göremediği memleketine dönmüştü. Gözleri hüzünle, kayalar ve bakir ormanlar arıyordu. Ama etrafta sadece evlerle dolup taşmış tepeler, ve ekilmiş tarlalar görünüyordu. Bir köyde, pınarın yanında, Dijon’a giden bir yolcu arabasına rastladı. Atların değiştirilmesini beklerken yolcular, “Küçük Savoie’lı” meyhanesinde kahvaltı ediyorlardı. Jerome, önemli komisyoncular arasında tanıdık göremeyince, bir kadeh Bordeaux şarabı içti ve yoluna devam etti. Yolda hareketliliğin artması, şehre yaklaştığının işaretiydi.

Çirkin yük atları, ipek ve kadife sandıklarıyla tıkabasa dolu üstleri kapatılmış ağır arabaları sürüklüyordu. Bu malların hepsi, Leipzig panayırına götürülüyordu. Jerome, İtalya’dan tekstil başkentine hammadde taşıyan bir arabayı solladı. Birden ısrarlı bir haykırış duydu ve durdu. Geriye baktı. Küçük bir tepede solgun yapraklarını dökmüş bir ağacın altında, uzun ayaklarını sarkıtmış, kirli pantolonlu ve açık renk gömlekli, kızıl saçlı bir delikanlı oturuyordu.

“Hey arkadaş,” diye bağırıyor ve değneğini sallıyordu, “Lyon uzak mı?”

Yolda birileriyle takışma fırsatını hiç kaçırmayan Jerome...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder